GİTMEK…

  “Gitmekle gidilmiyor ki… Gitmekle gitmiş olamazsın; gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır...” Cemal Süreya   Çekip gitmek ister ya insan, tanıdık bütün simalardan kaçarak, bildik bütün isimleri unutarak, hayatın telaşından uzaklaşarak çekip gitmek ister ya… “Sözü Yola Koymak” için böyle demiştik. Mesele yolda olmaktır, yolda olmak için ise gitmek gerekecektir. Bazen gitmek ister insan; kalmak boğuyordur artık, kalmak altında kaldığı bir yüke dönüşür. Ezilir kalmak duygusu ile tüketir kendini, tükenir… Kendini korumak için, ya da başkalarını korumak için, kim bilir belki de kendini kendinden korumak için bütün yollar gitmek duygusuna çıkar. Kocaman bir gitmek duygusuna dönüşür insan… Gitmek… Sizi de çokça saran bir duygu değil mi? Gitmek duygusu insanın en kadim duygusu; daha da ötesi, gitmek duygusu, insan için varoluşsal bir unsur. Çünkü son tahlilde insan bu dünyaya ait değil, insanın öteyle varoluşsal ilişkisidir sürekli bir gitme duygusu yaşatan. Dünyada gariptir madem, gurbeti yaşamak ister… Yol bulamamıştır, yer bulamamıştır, yerinde yabancılık duygusu çekmiştir, yerleşememiştir, yerini yadırgamıştır artık yerleşiklikte kaybolmaya başlamıştır madem, yeni bir yer arayışı için yola çıkmak gerekecektir. Gitmek, arayışıdır insanın, kendine doğru bir yolculuğudur… Hikâyesini arayan insanın, yeniden ve yineden kendini bulabileceği hikâyeler için yol bulma çabasıdır. Gitmek diyorum azizim! Gitmek en kadim duygusudur insanın… Ama kaç insan gidebilmeye cesaret edebilmiştir. Ya da gitmek istenildiği kadar, zannedildiği kolay ya da güzel midir? Ne diyordu Ali Ural; “Sevgili Dost, bildiği şehirlerden, bilmediği şehirlere, bildiği yüzlerden, bilmediği yüzlere sığınmayı aklından geçirmemiş kaç insan vardır? Başımı alıp gitmek istiyorum, Cümlesi kim bilir hayatımızın kaç kilidini kurcalamış, açayım derken kaç yeni kapı örtmüştür üstümüze. Arkaya bakmamayı başarabilenler, acaba gittikleri yere başlarını götürmeyi başarabilmişler midir?” kolay mı, insan arkasına bakmadan gidebilir mi?  Artık gideyim dersiniz ama gitmek biraz da esasen gidememektir. Gitmekle gidilmiyor ki, gitmekle gitmiş olmuyorsun ki, sen gidiyorsun sadece... Kalakalıyor birçok şey… Hatıralar kalıyor, güzellikler kalıyor… İyi insanlar, dostlar kalıyor geride... Duyguların kalıyor, aklın kalıyor, hepsinin üstüne gönlün kalıyor… Gönlünüz kalır şehirde, ruhunuzu baştan aşağı saran bir şehri terk etmek öyle kolay olmuyor. Şehir; sevince sever sizi, tutar gönlünüzden, bırakmaz... Sarılınca sarılır, kızınca küser, gitmek istersiniz, gidemezsiniz... Birçok şey vardır... "Bu şehirden uzakta yapamam" dedirten... Birçok şey vardır siz gitseniz sizi orada tutan. Giderken kalakalmış vaziyette bırakan… Bir şey vardır… Gitmek mi, kaçmak mı? "Ne bileyim işte, gitmek çözüm değil de, insan kaçmanın başka türlüsünü bilmiyor ki...” Belki de Oğuz Atay haklıdır. Belki de kaçmaktır, belki korkmak, mücadele edememek… "Gidenler, yola koyulanlardır. Ne geride kalmak ne de yolda kalmaktır yola koyulanın kaderi. Zira kaderin bütüncüllüğü çeker onu her nerede olursa olsun. Gitmek, bütüne ulaşmak azmiyse: kaçmak, parçalanmaya rıza göstermektir. Zamanı kesintisiz algılamaksa gitmek; zamanın bölümlenmesini onaylamaktır kaçmak. Mekânı anlamlı kılmak değil midir gitmek; kaçmaksa anlamsızlaştırmak. O halde yineleyelim: Kaçmayalım, ama gidelim. Hep gidelim. Gidelim ki, gidecek bir yerimiz olsun..."  (Mehmet Solak; Hayatın Özü, Şiirin Eşiği) Bazen gitmek ister insan, çünkü tutunamamıştır, hayatın ellerinden tutma isteğine rağmen boş kalmıştır elleri, gitmek kalmanın zıddı olmaktan çıkmış başlı başına bir çıkış halini almıştır artık… İşte o zaman yaşamın girdabından hayatın ferahlığına ulaşabilmek için gitmelidir insan… “İnsanın en ölümcül yarası, içinde anbean büyüyen gitme hevesidir… Gitmek derdine bir kez düşen için artık kalmak yaradır...” Böyle diyordu, Tarık Tufan. Kalmak yaradır, ya gitmek; gitmek de başlı başına bir yara değil midir? Evet, gitmek zordur ama bir o kadar da gitmek zorundadır insan… Çünkü gitmek yaradır belki ama aynı zamanda devadır da…