BEN/CİL/LİK

  Ben, benlik, bencillik…  Ben olmak; kim olduğunu sorgulamaktır, kimliğinin peşine düşmektir. Kimlik gibi bir meselesi olacaktır, “ben”ini arayanın. Nedir kimlik; hüviyet anlamına gelmektedir. Eskiler nüfus cüzdanına hüviyet cüzdanı derlerdi. “Hû” ile buluşmayan hüviyetin çok anlamı olmayacaktır. Kendini bilmenin ve de bulmanın yolunu açacak olan yol  “hû”dan geçecektir. İnsan kendini aramakla işe başlayacaktır. aradığının kendi olduğunu bilecektir. Her şeyden önce kendine demir atacaktır. Arına arına kendini arayacaktır insan. Hakikati uzaklarda değil, kendisinde arayacaktır. Kendini aramak “ben”ine yolculuk etmektir. Çünkü her şey “ben”le yani insanın kendisiyle anlam bulacaktır. İnsandır kâinatın özü, mikro âlemdir o. Cihanda, cihanın canını aramaktır. Bencillik; benden çok ayrı bir yerde duracaktır, belki de bencillik “ben”i bitirecektir. Ben bilirim, ben iyiyim, en doğru görüş benim görüşüm, hakikat benim… Bencillik sözlüklerde; yalnızca kendini ve kendi çıkarını düşünme durumu ya da kendi çıkarını düşünmenin bütün bilinçli eylemlerinin ana unsuru olması hali olarak tarif ediliyor. Kişinin kendine inanması, güvenmesi elbette her zaman kötü değildir ancak burada şirazesi kaymış bir kibir; ben severlik ya da özseverlik de denilen narsisizm bir durum var karşımızda. Daha da uzatırsak “kendini önemli görme” durumu olarak da ifade edebiliriz. Nereye varır bu durum: En iyi benim diyen kişinin kötülüğü, en doğru benim görüşümdür diyenin körlüğü, ben sizden daha yüksekteyim kibrinin alçaklığı, en güzel olduğunu iddia edenin çirkinliği, ben bilirim, ben büyüğüm, ben önemliyim egoizminin çukurluğu, değersizliği ve de kocaman küçüklüğü apaçık bir durum olarak karşımıza çıkıyor… İnsan kendini merkeze koyarak, ''ben/cil/lik davasına düşerek esasen şeytanlaşıyor. Sade ve mütevazı olmak hoş görülmezken herkeste bir “önemli kişiyim” rollerine bürünmenin sakilliği, ah ne kadar da kötü bir durum… Evet, “ben” ile “bencillik” birbirinden kesin çizgilerle ayrılacaktır. Ya benlik, “benlik” ne yana düşecektir?  “Benlik davasını bırak, muhabbetten olma ırak...” diyen Yunus ne demek istiyordu? Bir de “benlik”i “ben” olmanın tezahürü olarak gören Muhammed İkbal’e bakalım:   “Seni aydınlatan, senin kendindir. Senin kandilin kendi kalbindir… Varlık nedir, benlik özünün ortaya çıkmasıdır. Kendine bir bak, zira özün ortaya çıkmış değil… Mollanın yanında, hakkı inkâr kâfirliktir. Benim yanımda kendini inkâr daha da kâfirliktir… Benliğini, altın gümüş karşılığında satma, Kıvılcım karşılığında, alev vermezler…”   Yunus’un, “benlik davasını bırak” dediği yerde Muhammed İkbal neden “Benliğin Sırları”nın peşine düşmüş idi? Bitti mi, bitmedi.  “Sen bensin, ben de senim işte! Öyleyse nedir bu senlik, benlik!” Mevlana’yı böylesine kızdıran neydi? Bir de Ali Şeriati var; benliği insanın dört zindanından biri olarak zikrediyordu. Sizin de kafanız karıştı değil mi? Görüleceği üzere, ben ile bencillik ayrımının netliği karşısında ben ile benlik kavramı bazen birbirinin yerine kullanılabiliyor. Sözün burasında isterseniz Tarık Buğra’nın “Bu Çağın Adı” kitabından yapacağımız alıntı ile meseleyi çözüme kavuşturmaya çalışalım “BENLİK şuuru ve idrâki gereklidir, önlenemez ve önlenmemelidir. Fakat benlik başka, bencillik çok başka bir şey... Benlik, şuur ve idrakini geliştirip makbul kişiler yetiştirmek, öte yandan da onun bencillik olarak kanserleşmesini önlemek!” Sanırım ben ile benlik ayrımında esas nokta bencillik. “Ben”e götüren, kendini bilmesine hizmet eden benlik olumlu bir durum olarak kişinin kendilik bilincine hizmet etmekte iken; bencillik’e götüren benlik kötü bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Benlik ile bencilliği ayrıştırıcı noktada “ben” olmak önemli bir yere sahip.  “Ben” idraki kişinin insani varoluşuna anlam katan ontolojik bilinç olarak bencillikten uzaklaştırıyor…