ZALİMLERE SEMPATİ DUYANLAR

  Dinin temel amacı zulmü ortadan kaldırmak ve her alanda adaleti tesis etmektir. “Şirk” kavramıyla ifade edilen Allah’a ortak koşmanın büyük bir zülüm olduğunu ilan eden Yüce Allah, zalimleri asla affetmeyeceğini Kur’an’ında bildirmiştir. Zalimler, yaptıklarının zülüm olduğunu önceleri bilseler de, zamanla buldukları anlamsız kılıf ve gerekçelerle yaptıklarını meşru görmeye başlarlar. Zulmün en büyük kılıfı ve gerekçesi destekçilerdir. Hiçbir zalim zulüm yaptığını düşünmez. Bunu sağlayan da zalimlerin yandaşlarıdır.  Zalimlikte sınır tanımayacak ölçüde insanı zalimleştiren hiç kuşkusuz onun destekçileri ve yağcılarıdır. Hiçbir zalim, yalnız başına zulüm edemez. Zulümde sembol durumuna gelmiş Firavun, Nemrut gibi zalimler, yalnız başlarına değil, yardımcıları, askerleri ve ona destek veren halktan kimseler sayesinde zulmederler. Bu nedenle Kur’an, zalimlerden söz ederken zulmün bir kişinin değil, bir topluluk işi olduğuna işareten daha çok “zalim kavim” tabirini kullanır. Hatta zalim bir şahıstan söz ettiğinde, onun peşinden hemen onun kavmini ve yandaşlarını nazara verir. Örneğin, Firavun’un Hz. Musa hakkındaki kararında, çevresindekilere danıştığı şu ayetlerde dikkat çekilmektedir: “Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, “Şüphesiz bu (Musa), bilgin bir sihirbazdır” dedi. Sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz? "Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere de toplayıcı adamlar gönder." dediler.” (Şuara, 34-36.) Zalim Nemrut’u anlatan ayette de “zalimler kavmi” tabiriyle zulmün bir kavim, bir organize işi olduğunu dikkate sunmaktadır: “Allah'ın kendisine verdiği hükümranlıkla şımarıp da İbrahim ile Rabbi hakkında tartışmaya giren kimseyi görmedin mi? İbrahim 'Benim Rabbim dirilten ve öldürendir' dediği zaman, o 'Ben de diriltir ve öldürürüm' demişti. İbrahim ise 'Benim Rabbim güneşi doğudan getirir; haydi, sen de onu batıdan getir' dedi ve o kâfir donup kaldı. Zaten Allah öyle zalimler kavmine yol göstermez.” (Bakara, 258.) Kur’an-ı Kerim, zulmün affedilmez bir cürüm olduğunu, zalimler için hazırlanan azabı anlatarak zalim kavimlerin nasıl helak edildiğine örnekler vermektedir. Kur’an-ı Kerim’in yasaklama tarzında, etkin olması için iki yöntem kullandığı göze çarpıyor.  Birisi: yasaklamak istediği şeyin en küçük cüz’ünü (parçasını) yasaklayarak ondan daha büyüğünün düşünülmesinin bile önüne geçiyor. Örneğin ana-babaya saygısızlık etmeyi yasaklarken en küçük saygısızlık olan “öf” demeyi yasaklıyor. İkincisi: cüz’ü olmayan, büyüğü-küçüğü aynı derecede bulunan davranışları yasaklarken de, onun yakınına dahi gelinmemesini istiyor. Örneğin “Zinaya yaklaşmayın!” buyurarak, onu çağrıştıracak davranışlardan bile kaçınmayı emrediyor. İşte bu ikinci tarz yasaklarından biri de zulüm ile ilgilidir. Zalimlere hafif bir meyil ya da en küçük bir desteğin, en basit bir sempatinin bile gösterilmesini şiddetle tehdit ediyor. Yani zalimlere yaklaşılmamasını emrediyor. Ayette şöyle buyrulmuştur: “Zulmedenlere meyletmeyin ve sempati duymayın. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz.” (Hud,113.)             Ateşin en hafif dokunuşu yine şu ayette tasvir edilmiştir: “Yemin olsun ki, onlara Rabbinin azabından hafif bir esinti dokunsa, muhakkak “Eyvah bize! Gerçekten biz zalim kimselermişiz” diyeceklerdir.”  (Enbiya, 46.) Küfre rıza küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür. Zalime alkış tutmak onun insafsızlığını arttırır, cesaret edemediklerine de cesaretlendirir. Ünlü şair Namık Kemal, zalimlere alkış tutanları şöyle zecretmiştir: Muin-i zalimîn dünyada erbab-ı denaettir Köpektir zevk alan, sayyad-ı bîinsafa hizmetten. Yani: Zalimin dünyada yardımcısı alçaklıkta usta olan kimselerdir; insafsız avcıya hizmet etmekten zevk alan köpektir. Zalimlere destek olanların, onlara sempati duyup alkış tutanların, en az onlar kadar zalim oldukları ve bundan hesaba çekilecekleri unutulmamalıdır.