MÜSLÜMAN NEYE GÖRE YAŞAMALIDIR?

  "Ey iman edenler! Kudret ve yüceliğine yaraşır bir biçimde Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa öylece korkun ve ancak O’na gönülden boyun eğmiş müslümanlar olarak can verin. (Al-i İmran 102) Evet, Müslümanım ve Allah'ın göndermiş olduğu din-i mübin-i islam'dan gayrı hiçbir hayat nizamı/sistem, düzen kabul etmiyorum diyen her insan; Kur'an ve Sünnet-i seniyye'ye ittiba etmek zo-run-da-dır.   Keza, bir insan; hem Laik hem Müslüman, hem Demokrat hem Müslüman; hem Liberal hem Müslüman; hem sosyalist hem Müslüman; hem kapitalist hem Müslüman; hem kemalist hem Müslüman; hem komünist hem de Müslüman olamaz. Çünkü, Aziz ve Celil olan Rabbimiz: Allah, hiç kimsenin bedenine iki kalp yerleştirmedi. Zihar yaptığınız eşlerinizi, size anne yapmadı. Ve evlatlıklarınızı sizin öz evladınız gibi saymadı. Bunlar sizin söylediğiniz boş sözlerdir. Allah gerçeği söyler. Ve doğru yola O iletir. (Ahzab:4) buyurmakla, bir insanın; Allah ile birlikte başka başka endad ve ilahlara, ideolojilere, izmlere, Tağut ve Tiranlara tapmanın ve onlara boyun eğmenin önünü kapatmıştır. Ayetin akışı içerisinde, "zihar" ile ilgili malumatın verilmesi; cahiliyye döneminden kalma her türlü örf, adet, gelenek ve batıl inanış şekillerinin reddedilmesiyle, iman ile küfrün bir arada olamayacağı da bize hatırlatılmıştır!   Yukarıda vermiş olduğumuz Al-i İmran 102 cni ayetin tefsirinde, şu geniş malumata yer verilmektedir: “Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun” diye çevirdiğimiz cümlede hem fiil hem masdar kalıbında geçen takvâ kavramı dinî bir terim olarak “kişinin, kendisini günahkâr kılacak şeylerden koruması” veya “insanın ibadet ve güzel işler yaparak Allah’ın azabından korunması” şeklinde tarif edilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vky” md.; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, “Takvâ” md.). Bu tür korunma çabaları, temelinde Allah’a saygı ve itaat niyeti bulunması şartıyla değer kazanacağı için meâlinde bu saygı unsuru dikkate alınmıştır. Nitekim sahâbeden Abdullah b. Mes‘ûd bu ifadeyi, “Allah’a âsi olmayıp itaat etmek, nankör olmayıp şükretmek ve O’nu unutmaksızın hep hatırda tutmak” şeklinde açıklamıştır (Hâkim, Müstedrek, II, 294; takvâ hakkında daha geniş bilgi için bk. Bakara 2/197).   Tefsirlerde anlatıldığına göre bu âyet indiğinde sahâbîler, Allah’a karşı gereği gibi saygılı olma konusunda endişeye kapılmışlar, bir yandan hiç kimsenin bunu hakkıyla yerine getiremeyeceğini söyleyip bir yandan da kendilerini aşırı derecede ibadete vermişler, bunun üzerine, “Gücünüz yettiğince Allah’a saygısızlıktan sakının” (Tegābün 64/16) meâlindeki âyet inmiştir. Tegābün sûresindeki âyetin, konumuz olan âyeti neshettiğini söyleyenler olmuşsa da gerçekte bu âyet neshedici değil, onu açıklayıcı mahiyettedir ve Allah’tan hakkıyla korkmanın, “kişinin gücü yettiği kadar Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmesi” anlamına geldiğini ifade eder. Tegābün sûresindeki âyet neshedici olarak kabul edildiği takdirde neshettiği âyetin insanlara güçlerinin üstünde bir sorumluluk yüklemiş olduğunu kabul etmek gerekir ki bu, Kur’an-ı Kerîm’in aynı konudaki açık ifadeleriyle bağdaşmaz.   Takvâ sahipleri Kur’an’da övgüyle anılmışlar ve kendilerine âhirette büyük nimetler verileceği bildirilmiştir. Buna göre Allah katında en değerli kimseler takvâ sahipleridir diye beyan buyurmaktadır...   Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 642-643 İşte, (geniş malumat isteyen, vermiş olduğumuz kaynaktan ulaşabilirler) kaynağıyla birlikte alıntılayıp vermiş olduğumuz geniş malumatlarda; her Müslümanın, Allah'ın muradına göre yaşama zorunluluğunun olduğu net bir şekilde izah edilmiştir. Bundan ötesi, mazeretlerin arkasına sığınmaktan ibarettir ki; o da geçersizdir... Öyleyse, bir insan; ya Müslümandır ya da değildir. Üçüncü bir sıfat ise nifak kısmına girer ki; zaten itikadi olan nifak'ta küfre dahil olan ve sahibi tarafından gizlenmeye çalışılan bir sıfat/kanaldır... Rabbim, cümlemizi Şeriat-i garra'nın âhkâmına göre yaşayıp ve sadece Müslüman ismiyle yaşayıp ve Müslümanca ölen kullarından eylesin. Âmin! 15 Eylül 2022