İMANIN SEVDİRİLMESİ VE SÜSLENDİRİLMESİ

  Çoğu ayetlerinde müminlere hitap eden Hucurat suresinin, 7. ve 8. Ayetlerinde imanın sevdirilmesinden ve süslendirilmesinden söz edilmekte ve bunun Allah’ın bir lütfü ve nimeti olduğu bildirilmektedir. Ayetlerin meali şöyledir: “Bilin ki, aranızda Allah’ın Resulü bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde süslendirdi; küfrü, fasıklığı ve isyanı da çirkin gösterdi. İşte bu vasıftaki müminler, manevi olgunluğa erişmiş olanlardır. Allah, kendi katından bir lütuf ve nimet olarak böyle yaptı. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” İman, insanda tüm maneviyatının merkezi olan kalbini nurlandıran bir cevherdir. Bir ışık kaynağı yalnız bulunduğu yeri aydınlatmakla kalmaz, çevresine de ışık saçar, uzaklara kadar aydınlığı hissedilir. İman kalpte bulunan bir nurdur, ondan saçılan birçok güzellikler kişinin tüm maneviyatını kuşatır, davranışlarını kontrolü altına alır, düşüncelerini aydınlatır.  İmandan kaynaklanan başka hiç bir lezzete benzemeyen bir lezzet ve mutluluk yaşatır. Bunlar, Allah’ın imanı kalplerde süslemesinden kaynaklanmaktadır. İnsanlarla ilişkilerde yaşanan güzel ahlak, her şeye iman nuruyla bakarak Esma-i Hüsnâ’nın tecellilerini kavramak imanın ziynetlerindendir. İman nuru, kâinatta sergilenen Allah’ın eserlerindeki ilahî sanat nakışlarını gösterir; bu sayede mümin her şeyde hikmet görür, imanı artar, imanın lezzetini alır ve mümin olduğu için şükreder. Müminlerin ırk, renk ve dil farkı gözetmeksizin birbirlerini sevmesi, kardeş olabilmeleri, imandan gelen sevgi nedeniyledir. İman nurdur, küfür karanlıktır. İmanın ziyneti, güçlü oluşuyla ortaya çıkar. “Fısk” adıyla bildirilen günahkârlık, küfür karanlığının etkisiyle oluşan yanlışlardır. Bu nedenle Peygamber (ASV): “Her günahta küfre giden bir yol vardır” buyurmuştur. Gündüz aydınlığında her şey en ince ayrıntısına kadar görülebilir, gözler tüm güzelliklerden istifade eder. İman buna benzer. Ancak gecenin zifiri karanlığı tüm renkleri karartır, ayrıntıları yok eder, her şeyi görünmez duruma getirir. Karanlığın etkisiyle çeşitli kuruntular ve korkular ortaya çıkar. Gözlerin yanılması sonucu hakikati olmayan çeşitli görüntüler oluşur. Bazı hallerde bir taş ya da bir ağaç, bir hayvan suretinde görünür. Mezarlıkta bir ağaca konmuş baykuşun ötüşleri, mezardan gelen ses zannedilir. İşte günahkârlık bunlara benzer. Gece karanlığında uyuyan bir kimsenin hoşuna giden bir rüya görmesi ve rüyasını hakikat zannetmesi gibi bazı günahlar nefsin hoşuna giden özellikler taşır. Şeytanın da küfrü ve günahları insanın nefsine süslü gösterdiğini bildiren ayetlerde bu duruma işaret edilmektedir. (Örneğin bkz. En’am, 43; Hicr, 39; Neml, 24.) Hem imanın sevgisi, hem küfür günahkârlık ve isyandan nefret etmek, Allah’tan bir lütuf ve nimet olduğu ayetten anlaşılmaktadır. Müminler, kalplerindeki imanın etkisiyle küfür, fasıklık (günahkârlık) ve isyandan nefret ederler. Müminlere küfrü, fasıklığı ve isyanı çirkin gösteren ve bunlara nefret duygusu veren Allah’tır. Bu itibarla, kötülüklere hoşgörü göstermeleri beklenemez. Yürekleri kaplayan imanın etkisiyle, Allah’a isyan olan hiç bir iş ve davranış sevilmez, nefret edilir. Bazı kimselerin bir kısım günahlara hoşgörü göstermesi iman zayıflığından ve ziynetinin olmayışından kaynaklanır. Hadis-i şerifte, kötülüklere karşı sözlü veya fiili bir tepki vermemek ve onu düzeltme girişiminde bulunmayıp sadece kalben o kötülükten nefret etmekle yetinmek, imanın en zayıf derecesi sayılmıştır. İman sevgisi, küfür, günahkârlık ve isyandan nefret etmeyi gerektirir. Bu ise fıtrî bir özelliktir. Fıtraten çirkin olan bir şey ne pahasına olursa olsun içten sevdirilemediği gibi, fıtraten güzel olan bir şeyden de nefret ettirilemez. Gerçekçi bir sevgi veya nefret, ancak yürekten olmasıyla mümkündür. O halde gerçekten sevdirmek ya da nefret ettirmek, yüreklere hükmeden yaratıcının işidir. Buna hiçbir beşeri gücün gücü yetmez.