KADERE İMAN

  Muhterem Kardeşlerim… İmanın altıncı şartı, Kadere, Hayır ve Şerrin Allahü Teâlâ’dan olduğuna imandır. Amentü’deki, “Ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ” ifadesi, kaderin, hayır ve şerlerin hepsinin Allahü Teâlâ’dan olduğuna iman etmeyi bildirmektedir.  İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahü Teâlâ’nın takdir etmesi iledir. Kader, lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Çokluk ve büyüklük manasına da gelir. Allahü Teâlâ’nın, bir şeyin varlığını ezelde dilemesine kader denilmiştir. Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza denir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü Teâlâ’nın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü Teâlâ olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde biliyordu. İşte bu bilgisine kaza ve kader denir.  Bütün hayvanların, nebatların, cansız varlıkların [katıların, sıvıların, gazların, yıldızların, moleküllerin, atomların, elektronların, elektro-magnetik dalgaların, kısaca her varlığın hareketi, fizik olayları, kimya tepkimeleri, çekirdek reaksiyonları, enerji alışverişleri, canlılardaki fizyolojik faaliyetler], her şeyin olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyada ve ahirette, bunların cezasını görmeleri ve her şey, ezelde, Allahü Teâlâ’nın ilminde var idi. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak, eşyayı, özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmaktadır. İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü Teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız O’dur. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan O’dur. Her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır.  İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü Teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Allahü Teâlâ’dır. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan da O’dur. Her şeyi belli bir sebep ile yaratmaktadır.  Mesela, ateş yakıcıdır. Halbuki, yakan Allahü Teâlâ’dır. Ateşin yakmakta hiçbir ilgisi yoktur. Fakat, adeti şöyledir ki, bir şeye ateş dokunmadıkça, yakmayı yaratmaz. Ateş, tutuşma sıcaklığına kadar ısıtmaktan başka bir şey yapmaz. Organik cisimlerin yapısında bulunan karbona, hidrojene, oksijenle birleşmek ilgisi veren, elektron alış-verişlerini sağlayan ateş değildir. Doğruyu göremeyenler, bunları ateş yapıyor sanır. Yakan, yanma tepkisini yapan, ateş değildir. Oksijen de değildir. Isı da değildir. Elektron alış-verişi de değildir. Yakan, yalnız Allahü Teâlâ’dır. Bunların hepsini, yanmak için sebep olarak yaratmıştır. Bilgisi olmayan kimse, ateş yakıyor sanır. İlk okulu bitiren bir kimse, ateş yakıyor sözünü beğenmez. Hava yakıyor der. Orta okulu bitiren de, bunu kabul etmez. Havadaki oksijen yakıyor der. Liseyi bitiren, yakıcılık oksijene mahsus değildir. Her elektron çeken element yakıcıdır der. Üniversiteli ise, madde ile birlikte enerjiyi de hesaba katar. Görülüyor ki, ilim ilerledikçe işin içyüzüne yaklaşılmakta, sebep sanılan şeylerin arkasında daha nice sebeplerin bulunduğu anlaşılmaktadır. İlmin, fennin en yüksek derecesinde bulunan, hakikatleri tam gören Peygamberler ve O büyüklerin izinde giderek, ilim deryalarından damlalara kavuşan İslâm Âlimleri, bugün yakıcı, yapıcı sanılan şeylerin, aciz, zavallı birer vasıta, birer sebep ve mahluk olduklarını, hakiki yapıcının, yaratıcının sebepler değil, Allahü Teâlâ olduğunu bildiriyor. Yakıcı Allahü Teâlâ’dır. Ateşsiz de yakar. Fakat ateş ile yakmak adetidir. Yakmak istemezse, ateş içinde de yakmaz. İbrahim aleyhisselamı ateşte yakmadı. O’nu çok sevdiği için adetini bozdu. Nitekim ateşin yakmasını önleyen maddeler de yaratmıştır. Bu maddeleri kimyagerler bulmaktadır.  Allahü Teâlâ dileseydi her şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yemeden doyururdu. Tayyaresiz uçururdu. Radyosuz uzaktan duyururdu. Fakat lütuf ederek, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altına gizledi. Kudretini sebepler altında sakladı. O’nun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine yapışır, o şeye kavuşur. [Lambayı yakmak isteyen, kibrit kullanır. Zeytinyağı çıkarmak isteyen, baskı aleti kullanır. Başı ağrıyan, aspirin kullanır. Cennete gidip, sonsuz nimetlere kavuşmak isteyen, İslamiyet'e uyar. Kendini tabanca ile vuran ölür. Zehir içen ölür. Terli iken su içen hasta olur. Günah işleyen, imanını gideren de Cehenneme gider. Herkes hangi sebebe başvurursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan Müslümanlığı öğrenir, sever, Müslüman olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen din cahili olur. Din cahillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse, oraya gider.]  Kader hakkında birçok Âyet-i Kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir: “Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.” [Kamer 52, 53] “Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.” [Araf 34] “Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.” [Sebe 3] “Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.” [Fatır 11]  Peygamber Efendimiz, bu Âyet-i Kerimeleri açıklamıştır. Kadere inanmak, imanın 6 şartından biridir.  Kaderi yaratan Allahü Teâlâ’dır. Her şeyi yaratan Allahü Teâlâ’dır. Allahü Teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini, Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette bilir, bildiğini yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor. Cebriye zorla Allah yaptırır der, Mutezile ise Allah’ın kaderini inkâr eder. İki Hadis-i Şerif meali şöyledir: “Bütün işler Allahü Teâlâ’dandır; hayır olanı da şer olanı da.” [Taberani] “Denge, Rahman olan Allahü Teâlâ’nın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.” [Bezzar]  Kader, bir İlm-i Mütekaddimdir Kaza ve kadere inanmak, imanın şartlarındandır. Kaza ve kader, zeki insanların en çok takıldığı bir bilgidir. Bu takıntılar, kaza ve kaderi iyi anlamamaktan ileri gelmektedir. Kaderin ne demek olduğu iyi anlaşılsa, hiç kimsenin şüphesi kalmaz ve imanları da kuvvetli olur.  Âlemlerin yaratanı, yarattığı ve yaratacağı şeylerin hepsini ezelden ebede, zerreden Arş'a kadar hepsini, maddeleri, manaları, bir anda ve bir arada bilir. Her şeyi yaratmadan önce biliyordu. Her şeyin iki türlü varlığı olur. Biri ilimde varlık, ikincisi hariçte, maddeli varlıktır.  İmam-ı Gazâlî hazretleri bunu bir misal ile, şöyle anlatmıştır: “Bir mühendis mimar, yapacağı bir binanın şeklini, her yerini, önce zihninde tasarlar. Sonra zihnindeki bu resmi, kâğıda çizer. Sonra bu planı, mimara ve ustalara verir. Bunlar da, bu plana göre, binayı yapar. Kâğıttaki plan, binanın, ilimdeki varlığı demektir ve zihinde tasavvur edilerek çizilen şeklidir. Buna, ilmi, zihni, hayali vücut isimleri verilir. Kereste, taş, tuğla ve harçtan yapılan bina da, hariçteki varlıktır. Mühendis mimarın zihninde tasavvur ettiği şekil, yani bu şekle olan bilgisi, binaya olan kaderidir.”  Kaza ve kader bilgisi karışık olduğundan, okuyanlarda, birtakım yanlış fikirler, evham ve hayaller hasıl olabilir. Bunun için, din büyükleri, kaza ve kaderi çeşitli şekilde anlatmışlardır. Böylece okuyan ve dinleyenler, sözlerin gelişine ve şekline göre, tariflerin birinden faydalanabilir ve şüpheye düşmekten kurtulurlar.  Kader, ileride yaratılacak şeyleri, Allahü Teâlâ’nın ezelde bilmesidir. Allahü Teâlâ, her şeyi, kudreti ve ilmi ile yaratıyor. İşte kader, bu ilimdir. Kader, hiçbir şey yaratılmadan önce, Allahü Teâlâ’nın ilim sıfatının mahluklara olan bağlılığıdır. Kader bir İlm-i Mütekaddimdir, Cebr-i Mütehakkim değildir. Allahü Teâlânın sonsuz öncelerden bilmesidir, kullarına zorla yaptırması değildir.  Ehl-i Sünnet Vel-Cemâat, kadere iman etmiş, kadere inanmak imanın şartıdır demiştir. Kadere inanmayan, mümin değildir dediler. Kaderin, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü Teâlâ’dandır. Çünkü kader, bildiği şeyleri yaratmak demektir.  Allahü Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)