DEĞER Mİ?

"Sürekli zihnimizin, vicdanımızın bir köşesinde diri tutmamız gereken soru şu olabilir: Tüm bunlar olup bittikten sonra elde ne kalmış olacak? Tüm bu elde ettiklerimiz feda ettiklerimize, vazgeçtiklerimize değer mi?" Akif Emre Değerler hayatımıza istikamet veren en önemli unsurlardır. Değer verdiklerimizin üzerine bina ederiz hayatımızı. Değer verdiklerimiz kadarızdır yani. İnsanlar ve toplumlar değer yargıları ile var olurlar ve varlıklarını değerler sistemine göre anlamlandırırlar. Yaşamımızın her anında kendisine kıymet atfettiğimiz, anlam yüklediğimiz, davranışlarımıza yansıttığımız tercihlerimizin bir tezahürüdür değerlerimiz.   Kalıcı değerler üzerine temellendirdiğimiz bir hayatı mı yaşıyoruz? Yoksa güncelin peşine takılan ‘gecekondu değerler’ mi yön veriyor hayatımıza? Günün şartlarına göre şekillenen, değişen değerlerimizin bize vereceği bir şey yok aslında. Değer kavramının zihnimizde yapmış olduğu ilk çağrışım, aslında hayatımızın anlamını ele vermektedir. Maddi olanı, menfaat sağlayanı, parasal olanı hatırlatıyorsa bize, yaşadığımızın bir ‘değer krizi’ olduğunu ifade edebiliriz. Değer verdiklerimiz ve gerçekte değer vermemiz gerekenler arasındaki fark kadar uzağızdır kendimizden. Bir yanda değer verdiklerimiz, diğer yanda değer vermemiz gerekenler. Bu ikisinin arasındakinin farkına varmamız gerekiyor, ya maddi olanın bize para, makam, mevki, kariyer, menfaat, sunanın, “yükselen” sahte değerlerin peşinden koşacağız ya da aslında değer vermemiz gerekenlerin farkında hakiki olanla mündemiç bir hayat süreceğiz.   Modern çağ, sürekli olarak değerleri aşınmış bir hayatı yaşıyor olmak zorunda bırakıyor bizi. Değerlerimizdeki bireysel kirlilikler, toplumsal kirliliği de beraberinde getiriyor. Değerleri aşınmış olan bir hayatın bize sunabileceği tek şey, insana huzursuzluk veren koskocaman bir boşluktur. Oysa boşluk değil bir anlam sunmalıdır yaşam bize.  Nuri Pakdil’in ifadesiyle “Hayat bize sunulan çok kapsamlı bir bağıştır.” çünkü. Var olmanın kendisi bizatihi değerlidir. Ve kimse bize var olmayı bahşeden kadar kıymet vermeyecektir ve değerlerimiz var edenin adıyla olduğunda anlamlı olacaktır.     Değerler bizim hayatı anlamlandırmamızla ilgili, hem bireyler ve hem de toplumlar açısından hayatı değerli kılmanın yolu anlamlandırabilmekten geçiyor. Anlam ve değer eksenli bir hayat tesis etmek durumundayız. İhsan Fazlıoğlu “Kişilerin olduğu gibi kültürlerin, milletlerin de anlam yetilerini kaybetmeleri söz konusudur. Anlamlandırma yetisini kaybeden milletler de bir süre sonra kendilerini imha eder yani birbirlerine düşer; neticede tarihten silinir giderler. Bir kültürün kendisini imha etmesi de o kültüre organik bütünlüğünü veren anlam-değer dünyasının yani maneviyatının ortadan kalkmasıyla başlar; vicdansızlaşan kültürün bireyleri de birbirlerini yemeye, soymaya, yok etmeye kalkışırlar” der.   Hayatın özünü, maddi olanla değiş tokuş edilemeyen değerler oluşturur. İnsanı, insan kılan değerlerin parçalandığı, her şeyin satılığa çıkarıldığı bir çağda, aidiyet duygusuyla bağlanılacak bir yer bulmak da zorlaşıyor. Kapitalizmin para aracılığıyla her şeyi soysuzlaştırdığı bir dünyada değerli olanın peşinde olmamız gerekiyor. Dahası bir değer envanteri ortaya koymamız; merhamet, emek, sevgi, ahlak, kardeşlik, arkadaşlık, duruş, adalet, dürüstlük, vicdan, mesuliyet, erdem, vefa gibi kavramları yeniden gündemimize almamız gerekiyor. Bu değerlerden uzak bir hayat yaşıyorsak bir hasar tespiti ile işe başlayıp;  sahte yükselen değerlerin yerine gerçek yüce değerlerimizin farkında olmak gibi bir vazifemizin olduğunu unutmamalıyız.   Değerlerle yaşamak, bizatihi değeri yaşamakla mümkün olabilecektir. Değilse; değer adına yola çıkanların; yoldan çıkarak, bir müddet sonra değeri olandan çok, ‘bedel’i, ‘fiyat’ı ve “rant”ı olana meylederek, ayaklar altına alınan değerlerin papağanlığını yapmaktan öte bir işlevi olmayacaktır. Sahip olduklarımızın, bizlere bir katma değeri yoksa, sahip olmalarımızı, kendimizden bir şeyleri, güzellikleri eksiltme üzerine kurmuş isek, yaşadığımız savrulmadır. Unutulmamalı ki; değerlerine uygun hareket etmeyenler hareketlerine uygun değersizliklere bürünürler. Kişiselleşen ve dünyevileşen değil, topluma bir şeyler sunan değerlerle kuşanmalıyız. Yapıp ettiklerimizin, eylediklerimizin, sahih olana, salih olana değmesi, değerli olması ile mümkün olabilecektir. Değer mi? Bu soruyla başladık; sahi değerlerimiz değer mi, gerçekten? “Ben kaybolup, batıp giden şeyleri sevmem.” Batan şeyler, kaybolup, gidenler değerimizse vay halimize. Onun için değer mi, diye sormak gerekiyor.  Ya da hayatın içinde elde ettiklerimiz, kaybettiklerimize değer mi? Değerlerimiz gerçekten değer mi? Birinci soru bu olmalı, sonra da elde ettiklerimize bakıp yeniden değer mi diye sormak gerekir. Akif Emre ile başlamıştık, Ali Birinci’nin; “Bir İnsanla Karşılaşmak; Nurettin Topçu’nun Sohbetlerinden Kalanlar” kitabından alıntı ile bitirelim.  “Gençlerin heyecanla yüksek hayallerini ve iddialı sözlerini dinledikten sonra "Değer mi?" sualini soruyor ve bütün boş hülyaların sonunu getiriyordu. O zamanlar bizim gençlik hülyası ile esip gürlediğimiz günlerdi. Bizi dinler ve sonunda "değer mi, çocuklar?" diye sorduğu zaman iç dünyamızda ihtilaller olurdu…”