SEL FELAKETİ

Şanlıurfa, Adıyaman ve Malatya’da can ve mal kaybına yol açan korkunç boyutta sel felaketi meydana geldi. Yolları nehirlere çevirerek tahrip eden, alt geçitleri, zemin katları, hastaneleri su ve balçıkla dolduran, insanları, arabaları ve bulduğu her şeyi önüne katıp sürükleyen, Balıklıgöl’ü adeta baraj gölüne çeviren bu sel felaketi adeta Nuh tufanını andırıyor. İki gündür can kaybının artmaması ümidiyle yüreğimiz ağzımızda hayırlı bir haber bekliyoruz. Yaşlı büyüklerimiz, Urfa’da bu boyutta bir felaketin ilk kez yaşandığını söylüyorlar. “Asrın felaketi” diye nitelenen ve henüz acısı dinmemiş, yaraları kapanmamış olan şiddetli depremden sonra bu kez de tufan boyutunda selin vurması, felaketin boyutunu artırdı. Her şeyden habersiz, aniden sulara kapılarak balçık içinde hayatını kaybeden mümin kardeşlerimizin şehit oldukları Hadis-i şeriften anlaşılmaktadır. (Bkz. Buhari, Ezan, 32; Ebu Davud, Cenaiz, 11.) Ancak bu feci ölümler aileleri ve yakınları için dayanılması güç büyük bir acı vermektedir. Vefat eden bu insanları yokken yaratan ve aileleriyle sıkı sıkıya bağlayan Allah, onlardan koparıp aldığında dayanma gücü de verecektir. Yüce Yaratandan bu dayanma gücünü ihsan etmesini dileriz. Kadere rıza, kazaya teslim İslam’ın şiarıdır. Bu nedenle sabır dilemekten başka çare yoktur. Bu dünya hayatı, insanı kendine meftun bırakacak ölçüde cennet gibi güzellikler taşıdığı kadar, yürek yakan, hüzün dolu afetler, musibetler, felaketler ve ayrılıklarla doludur. Tedbir ve çabaların önleyemediği üzücü olaylar karşısında elbette “Allah’ın takdiri” gözüyle bakılır. Kadere rıza, kazaya teslim İslam’ın şiarıdır. Sabır, teslimiyet acıları hafifletir, sevapları arttırır ve insanı manen mükemmel duruma getirir. Üzülerek ifade edelim ki ülkemizde bilgisizlik, tedbirsizlik ve ihmalkârlık sonucu ölümlere yol açan kazalar, musibetler ve facialar yaşanmaktadır. Yıllarca suların hiç akmadığına aldanarak dere ağızlarında, suyollarında evler inşa edilmesi ve bunlara ruhsat verilmesi, faciaya yol açan günahlardandır. Elbette Allah’ın takdiri baş göz üstüne, ancak ihmalkârlıklardan ve insanın elinin karışmasıyla gerçekleşen yahut etkisi artan felaketleri kabullenmek mümkün değildir. İnsanı imtihan eden Yüce Allah, bazen kullarını musibetlerle uyarır. Söz konusu bu uyarılarda zarar görenleri de mükâfatlandırır, kaybedilen malları da sadaka hükmünde kabul eder. Ancak yanlıştan dönmesini sağlamak için yapılan uyarıyı büyük felakete dönüştüren insanların görevlerindeki ihmalleri, yanlış tutum ve davranışlarıdır ki onlarca masum insanın ölümüne sebep oluyor. Felak suresinde “yaratılan her şeyde şer bulunduğuna” dikkat çekilerek Allah’a sığınmak emredilmiştir. Allah’a sığınmak demek, Allah’ın doğaya koyduğu kanunlarına riayet etmek, şerri önleyici tedbirleri almak, sonra da Allah’ın korumasını dileyip dua etmek demektir.             Kul, üzerine düşen görevi yaptıktan sonra tevekkül eder, Allah’tan gelen belalara karşı teslimiyet içinde sabır gücünü kullanarak imtihanı kazanmış olur. Mevlana’nın şu sözü durumu çok güzel özetlemektedir:             O güfti: “elestu” to güfti: “belâ”             Şükr-é “belâ” çîst? Keşiden bela             Yani: O sana “elestu” dedi, sen de “belâ” dedin; (Kalû-Belâ zamanında Allah: “Ben senin Rabbin değil miyim?” dedi, sen de “evet, Sen benim Rabbimsin” dedin) “Belâ=evet” demenin şükrü nedir? O’nun verdiği belalara katlanmaktır.             Mademki Yüce Allah’ın çağrısına “evet” demişsin, o halde O’ndan gelen belalara da katlanacaksın, sabır ve teslimiyet içinde olacaksın, demek istiyor.             Bunların dışında bir de tedbirsizlikten, dikkatsizlikten ve bilgisizlikten kaynaklanan belalar vardır.  Bunun sorumluluğu insana aittir. Her ne kadar Cenab-ı Hakka ait “takdir” yönü bulunsa da kul sorumluluktan kurtulmaz. Kulun tedbirsizliğinden ve görevini ihmal etmesinden dolayı facialar yaşanır, yürekleri hüzün doldurur.  Duyarlı her insanın içini acıtan bu faciaların tekrarı ne yazık ki ders çıkarılmadığını göstermektedir. Her musibetten sonra, ibret, tedbir, dikkat ve gerekli tüm önlemleri almak yerine hiç kimse hatalardaki payını kabul etmeyip doğrudan sorumlu olanlar bile başkalarını sorumlu tutmaya kalkışırsa, herkes başkasını suçlarsa, yürek yakan facialar devam edecek demektir. Musibetlerde istisnasız herkes, “Bu musibete yol açan hatalarda benim de payım var” diye düşünmeli ve herkes hatasını kabul etmelidir. Çünkü umumi felaketlere yol açan hatalarda herkesin doğrudan veya dolaylı, az veya çok, destek veya taraf olma gibi bir şekilde payı vardır. Yoksa hiçbir ders alınmamış olur, hatalar da aynen devam eder. Bu acıların son olması dileğiyle, sel felaketinde vefat eden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı ve sabır, yaralı kardeşlerimize de acil şifalar dilerim. Cenab-ı Hak, bütün ehl-i imanı felaketlerden, muhafaza buyursun, âmin.