TATİL VE BAYRAM 

Tatil, hareketsiz, başıboş bırakmak, işten salmak, çalışmaya ara vermek veya durdurmak anlamına gelen Arapça kökenli bir kelimledir. Türkçede de yaklaşık aynı anlamda kullanılır. Ancak günümüzde “eğlenmek, dinlenmek amacıyla çalışmadan geçirilen süre” anlamına dönüştürülmüştür. Bu itibarla parasal kazançlar amacıyla turistik mekânlar, eğlence açısından cazip hale getirilmiş, buralarda geçirilen süreye tatil denilmiştir.   Çocukluğumda tatil sadece okullara ve resmi kurumlara mahsustu. Tatil demek bunların kapalı olması demekti. Resmi kurumlar pazar günleri ile milli ve dini bayram günlerinde tatil edilirdi. Okulların buna ilaveten Şubat'ın başında sömestr denilen yarıyıl tatili ve yazın yaklaşık 3 ay süren yaz tatili vardı. 1974 yılında tam gün cumartesi tatili de ilave edildi. Bundan başka tatil bilmezdik. Tek başına veya ailece yahut arkadaş gruplarıyla hiçbir iş olmaksızın sadece keyif ve eğlence için tatil yörelerine, deniz sahillerine gitmek şeklindeki bir tatil yoktu. Halkımızın kültüründe bir iş olmadan sadece eğlenmek için geziye çıkmak da yoktu. Bir kimse toplum içinde seyahatini haber vererek: "ben filan yere gittim." dediğinde, "Senin orada ne işin vardı?" diye sorarlardı. Çünkü ancak bir iş için gidilirdi. Gezmek, eğlenmek yahut bir yeri merak edip görmeye gitmek bir iş sayılmıyordu. Bu nedenle, "orada ne işin vardı?" sözü, halk dilinde meşhur bir darb-ı mesel olmuştu. Seyahatler sadece ilim tahsili, ticari iş, düğün, taziye, mevlit, akraba ziyareti gibi bir nedenle yapılırdı. Hiçbir sebep yokken yalnızca gezip eğlenmek amacıyla seyahat edenler yok denecek kadar azdı ve toplumda hoş karşılanmazlardı. Bir de Avrupa ülkelerinden turistler gelirdi. Kültürümüze tamamen yabancı, kılık-kıyafetleri, tavır ve davranışları bizimkilerle uymayan garip varlıklardı. Katırlara yüklenen küfeyi andıran sırt çantalarıyla dolaşır, yosun tutmuş yıkık duvarlara aval aval bakarlardı. Bir mana veremezdik. Halkımızın gâvur diye nitelediği turistler, parasını faydasız hevesler uğruna harcayan boş hayaller peşinde dolaşan avareler olarak görülürler, küçümsenir ve alay konusu edilirlerdi. Sonra yıllar geçti. Çeşitli sebeplerle Müslüman toplumların Kur'an'a dayalı hayat tarzlarında zayıflama, Avrupa taklitçiliği güçlenmeye başladı. Hayatın hayatı, nuru ve esası olan din, gündemdeki önemli sırasından düştü. Toplumumuzu ihya eden din kaynaklı samimiyet, cesaret, cömertlik, hakkaniyet, dürüstlük, adalet, başkasının haklarını da gözetmek, edep ve hayâ gibi sosyal ve ahlaki değerlerimiz gittikçe bizden ayrıldılar. Onların yerine kapitalizme dayalı Avrupa medeniyetinin çirkinlikleri yerleşti. Bunun sonucu olarak da zaruri olmayan ihtiyaçlar zaruri ihtiyaçların yerine geçti. Böylece hayatımız o beğenmediğimiz turistlerin hayatına benzedi. Hiçbir sebep yokken hayırda harcamamız gereken yüklü paraları boş emeller uğruna eğlencelere sarf eder olduk. Öyle ki sahillerde, tatil yörelerine yerli turistler tabir edilen insanlarımız, yolların tıkanmasına, otellerde, plajlarda yer kalmamasına ve izdihama yol açıyor. Artık dini bayramlarda bile ana-babayı kardeşleri akrabaları büyükleri ziyaret etmek yerine tatil yörelerinde sefihane günler geçirmek daha çok tercih edilir olmuş ve meşrulaşmıştır. Oysa bayramların amacı yıl içinde çeşitli meşguliyetlerden dolayı vakit ayrılamayan akraba ziyaretlerini gerçekleştirmektir. Bayram bu amaçla tanınmış bir fırsattır. Avrupa medeniyetinin hayatımızda yaptığı tahribatı, bakınız Bediüzzaman çok veciz bir şekilde şöyle ifade etmektedir: "Medeniyet-i hâzıra-i garbiye (şimdiki Batı medeniyeti), semavî (Allah tarafından olan. İlahî) kanun-u esasîlere (anayasalara) muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı (günahları, kötülükleri) hasenatına (iyiliklerine, güzelliklerine), hatâları, zararları, fâidelerine râcih (üstün) geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî (gerçek maksat, asıl gaye) olan istirahat-i umumiye (tüm halkın rahatı, huzuru) ve saadet-i hayat-ı dünyeviye (dünya hayatındaki mutluluk) bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefâhet (helal olmayan zevk ve eğlenceye düşkünlük); ve sa’y (çalışma, emek) ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından (üstün geldiğinden), biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi.." (Emirdağ Lâhikası - II, 74.) Eğer Müslümanlar olarak kendimize gelmez ve Semavî medeniyetimize dönmezsek, zaruri olmayan ihtiyaçları zaruri olarak dayatan Avrupa medeniyeti, altından kalkamayacağımız daha birçok yeni ihtiyaçlar oluşturacak dünya hayatımız da hüsran olacaktır.