SÜNNET KAVRAMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Sünnet; yol, kanun, şeriat demektir. Allah’ın Peygamber (ASV) aracılığıyla bildirdiği şeriatına “Sünnet-i Seniyye” denir. Allah’ın tabiata koyduğu tabiat kanunlarına da “Sünnetullah” denir. Kur’an-ı Kerim: “Sen sünnetullahta asla bir değişim bulamayacaksın.” (Fetih, 23.) buyurmuştur. Sünnetullah’ın, “kâinatın yaratılışıyla birlikte konulmuş değişmez yasalar” olduğunu bildirmektedir. Zamanların değişmesiyle bu kanunlar değişmezler. Güneş, ay, gece, gündüz, gölgelerin uzayıp kısalması gibi olaylar Kur’an’ın birçok ayetlerinde bu kanunlara örnek olarak gösterilmektedir.

“Sünnet namazlar” ile “sünnet” ayrı şeylerdir. Çocukların sünnet edilmelerine de sünnet deniyor, oysa o vacip olan bir uygulamadır. Dinin hükümleri olan farz, vacip, nafile, muamelat, ahlak ve hatta “âdâb” dahi Sünnet-i Resul (Sünnet-i Seniyye) kapsamı içindedir.

Demek ki, Resulullah (ASV)’ın eliyle insanlığa getirilen tüm kural ve kanunlara sünnet denir. O halde sünnette farz, vacip ve nafile vardır.

Sünnetullah ile dünyayı, kâinatı, sünnet-i Resul ile de Ahireti kazanırız. Sünnetullah’a itaat etmeyen dünyayı kazanamaz, kâinata hükmedemez. Sünnet-i resule itaat etmeyen de Ahiret hayatında cennete layık olmaz, cehennemi hak eder. Başka bir deyişle, Sünnetullah’a riayet etmeyenin dünyası, Sünnet-i resule itaat etmeyenin de ahreti cehennem olur. Ancak bilinmelidir ki, ahret hayatı da bu dünyada kazanılır. Çünkü dünya, ahretin tarlasıdır.

Bugün süper güçler Sünnetullaha riayetle hâkim olmuşlardır. Teknoloji sünnetullaha itaatin sonucu olarak gerçekleşmiştir. Silahlar, bilgisayarlar, yayınlar, uydular, her türlü teknolojik araç ve gereçler fizik, kimya, matematik gibi ilimlerle yapılmıştır, bu da sünnetullahtır. Çünkü bu ilimlerin kanunlarını bulanların kendileri yaratılmadan önce de bu kanunlar vardı. Demek ki bunların hepsi Allah’ın kanunlarıdır.

Rahman isminin gereği olarak, sünnetullah’a itaatin sonucunda elde edilen dünyevi kazanımlar için, uyulan kuralların “Sünnetullah” olduğunu bilmek ya da Müslüman olmak şart değildir. Çünkü “Rahman” din, inanç farkı gözetmeden her canlıya merhamet eden demektir. Ayrıca “imtihan sırrı” böyle bir ayırımı öngörmez. Bu da Sunnetullah’ın bir kanunudur.

Kur’an birçok ayetiyle bu sünnete dikkat çekmektedir. Sure isimlerinin çoğunun kevni kavramlardan seçilmesi de Sünnetullahı ve kâinatı tanımayı teşvik etmektedir. Kamer (ay), Leyl (gece), Şems (güneş), Neml (karınca), Necm (yıldız), Tekvîr (yuvarlaklık) gibi sure isimleri, okuyanın dikkatini kâinata çeviriyor. Ama buna karşın Salât (namaz), İbadet, Savm (oruç) gibi sure isimlerine rastlanmaz. İslam’ın şartlarından sure ismi olarak yalnız Hac suresi vardır. Haccın toplumsal bir bilinç oluşturma temeline dayanması ve ilahi hükümranlığın kitlesel görüntüsü olmakla dikkat çekici olmuştur. Nitekim Yeri arşa bağlayan nurani bir sütun halindeki Kâbe’nin etrafındaki dönüş, kitlesel bir bağlılığın samp-img width='1.33' height='1' layout='responsive'esidir.

Allah, yerin ve göklerin sahibi olduğunu Kur’an’ında sıkça ilan ediyor. Örnek olarak Maide Suresi’nin 6. Ayetinin mealini verelim: “Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.” Mademki kâinat bütünüyle Allah’ındır, elbette bu mülkiyette O’nun kullarının sözü geçmelidir, şeytanın kullarının değil! Kâinatta söz sahibi olmak için, kâinatı kanunlarıyla yani sünnetullahı tanımak gerekir. Unutulmamalıdır ki insan, tanımadığı şeye hâkim olamaz. Bugün kâinata hükmedenlerin Allah düşmanları olmasının sorumluluğu sünnetullah’ı bilmeyen Müslümanlara aittir!

Aslında sünnetullah’ı tanımak ve ona riayet etmek, sünnet-i Resule itaat için gerekli bir zemindir. Sünnet-i Resule sarılmanın yanı sıra, esir olmamak için sünnetullaha da sarılmaları gerekmektedir. Esirlerin dini görevlerini yerine getirmeleri dahi efendilerinin izni ölçüsündedir. Bu nedenle mü’minler esir olmamalıdır. Allah tarafından kendilerine “üstünlük” payesi verilen Allah’ın kulları, onurlu olarak yaşamalıdırlar; izin alan değil, izin veren olmalıdırlar. Kur’an, Al-i İmran suresi 110. Ayette “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah'a inanırsınız.” Buyurarak, Muhammed (ASV)’a tabi olanları “en hayırlı ümmet” unvanıyla taçlandırmış ve diğer insanlara da Hakkı göstermekle görevlendirmiştir. Başlarındaki ilahi tacı yerlere düşürmenin vebali çok ağır olacaktır. Her mü’min bu bilinç içinde hareket etmelidir.