FUSÛSUL HİKEM VE MESNEVİ’DE İNSÂN-I KÂMİL

“Hangi cepheden tasavvur edilirse edilsin, dünyanın hareketi, 

yani âlemin devamlı var olmama durumundan var olmasına doğru hareketi 

gerek ilahi taraftan, gerekse âlem tarafından bir aşk hareketidir...

İnsan hayatının gayesi ''evrensel insan/insanı kâmil'' olmak, 

yani kendi öz hayatını Allah'ın bir tecelligâhı (ilahi olanın tezahür yeri)   yapmaktır.”

İbnü’l Arabi

İnsan; mana ile madde arasında. Fizik ile metafizik, hâl ile kâl, söz ile öz arasında. Sûret ile sîret arasında insan. Onun için insanın dünyadaki yürüyüşü beşerden insana doğru olmalıdır, aramalıdır insan; arayışı insanın, kendisine, insanlığına doğru olmalıdır. İnsan denilen varlığın beşer yönünden; et, kemik yanından, insan yanına doğru yürüyüşü, canda ki canı, candaki manayı bulabilmesi ile mümkün olabilecektir. Evet, aslolan manadır, aslolan sîrettir, aslolan özdür. Aslolan insana doğru bir yürüyüştür, insanı kâmile doğru bir yürüyüştür. Evet, yazımıza böyle bir giriş yapmamızın nedeni, bugünkü köşemizi bir kitaba ayırmak istememizdendir. Bir süredir yoğunlaştığım insân-ı kâmil kavramına dair okumalarım açısından; Osman Nuri Küçük’ün, “Fusûsul Hikem ve Mesnevi’de İnsân-ı Kâmil” kitabı, İbnü’l Arabi ve Mevlana’nın bu konuya dair fikirlerini derli toplu bir şekilde bulabileceğiniz bir kitap.  İsterseniz sözü fazla uzatmadan ilgilisine bu kıymetli eseri tavsiye ederek kitaptan yapacağımız alıntılara bırakalım. 

"Ontolojik kemâlâtı bakımından insan, varoluşun gaye varlığıdır...

İbnü'l-Arabi ve Mevlâna'ya göre insan, âlemdeki canlılar arasında en son zuhûra gelen tür olmasına rağmen varoluşun gayesi oluşu bakımından ilâhî ilmin temel maksadıdır. 

Tamamlanan her iş mühürlendiği gibi, varoluş süreci de insan ile mühürlenmiştir. Bu açıdan insan cinsi, insân-ı kâmildir ve varlığın mührüdür. 

Bu yönüyle ilâhî sıfat ve isimlere hilâfet edebilme özelliği bir başka varlığa değil insana verilmiştir. Hakk'ın, âleme kendisiyle baktığı gözbebeği mesabesindedir..."

****

"İnsanın yeryüzüne inişi halifelik görevinin icrası için olduğundan, bu iniş bir mekân inişidir insan için, bir kovulma ve tenzili rütbe değildir...

Allah, âlemin varlığını insan vasıtasıyla korumaktadır. Bu yönüyle insanın halife kılınması İbnü'l Arabi'ye göre, Allah'ın mülk âlemini korumak için insanı koruyucu kılışını ifade etmektedir..."

****

İbnü'l Arabi'ye göre insan, ilahi sureti kendisine nefhedilen ilahi ruh ile kazanmıştır. Böylece her şey insan için, insan ise Allah için yaratılmış olmaktır. Bu sureta var oluşu nedeniyle de insan kemâl ile nitelenmiş ve bu varlığa insan-ı kâmil denilmiştir..."

****

"Gönül nuru (nûr-ı dil)...

 Mevlânâ'ya göre göz nurunu var kılan, görünmeyen bu nurdur. Görme hissine ve uzvuna göre mana olan göz nuru kalp nurunun sûretidir. Kalp nuru ise göz nurunun manasıdır..."

****

İbnü'l Arabi'ye göre...

Kendisinde bilkuvve olan kemâl ve yetkinliği bilfiil hale getirmiş olan insan-ı kâmil gerçek insan (insan-ı hakiki) olarak görülürken, böyle olmayanlar canlı İnsan (el-insanu'l hayvan) olarak kabul edilir. Bu niteleme o şahısta ilahi hakikatlerin etkin hale gelemeyişini, dolayısıyla o şahsın sadece kevni hakikatlere sahip oluşunu ifade etmektedir...

Mevlana da insan (nâs) ile insana benzeyen hayvan-insan (nesnâs) arasında ayrımda bulunur. Bu bağlamda insanı, canı olan kişi diye tanımlayan Mevlana'ya göre canın olması, canın canı olan Allah'a aşina olma anlamına gelir. Bu yüzden insan sözüyle bu işlevdeki insanı kastettiğini, hayvanları kastetmediğini belirtir. Canın Allah'a aşinalık şeklindeki temel işlevinden haberdar olmayanları ise Mevlânâ, insan sûretinden ibaret birer ekmek ve şehvet ölüsü diye niteler. Bu tür kişileri insanlık gayesinden nasibini almamış değirmen eşeği teşbihiyle hicveder..."

****

"Fiili kemâlâtı tahakkuk ettiren insan-ı kâmilin özelliklerinden biri, kalbinin sonsuzluk yurdu olmasıdır. İnsan-ı kâmilin kalbi İbnü'l Arabi'ye göre göklere ve yere sığmayan ilahi nurun sığdığı sonsuz bir arş haline gelir. Bu vasıfta olan ârifin kalbi Hakk'ın evi (beytullah) haline gelmiştir...

Cenab-ı Hak insan-ı kâmilin kalbine sığdığı vakit başka hiçbir şey o varlıkta barınamaz..."

****

"İbnü'l-Arabi ve Mevlâna'nın, kısaca sufi düşüncenin varlik anlayışına așina olmayanlarca, insan-ı kåmilin sayilan özellikleri bilim kurgu tarzında birer fantezi gibi görülebilir. Bu degerlendirmenin sufi düşünce bütünlüğü içinde anlam kazanmakta olduğunu hatırlatalım. Zira gaye varlık olan ve potansiyel olarak kendisinden önceki tüm varlık hakikatlerini barındırdığı için toplayacı varlık olarak kabul edilen insanın, kendisindeki bu potansiyeli etkin hale getirmesi durumunda varlık âleminde görülen her türlü hakikate etkin bir özellik olarak sahip olması doğal bir sonuçtur."

****

"İbn Arabi'de arifin kemalatının temel kıstası ilm-i billah iken, Mevlânâ'da bu vurgu aşktır. İbn Arabi'ye göre ilmi billaha bir nihayet olmadığı gibi, arifin kemalatına da bir nihayet yoktur. Bu yüzden arifin duracağı bir nokta yoktur. Bu nedenle arif daima "Ya Rabbi ilmimi arttır" diye dua eder.

Mevlana'da ise bu nihayetsizliğin kıstası aşktır. Aşk, Mevlana'ya göre hakikatte Hakk'ın sıfatı olup kula nispeti mecazdır. Buna binaen aşk ve muhabbet hesapsızdır. Sevgili (maşuk) konumundaki Cenab-ı Hakk'ın bir nihayeti olmadığından, Mevlana'ya göre aşığın aşkına da bir nihayet yoktur. Maşukun her bir tecellisiyle aşığın aşkı daha da artar. Bu yüzden aşık daima aşkının artmasını talep eder.

Buna binaen tasavvufi gelenekte İbnü'l Arabi'nin ariflerin sultanı ve Kutbu'l arifin, Mevlana'nın da aşıkları kabesi ve Kutbu'l aşıkîn olarak değerlendirilmesinin önemine bir kez daha dikkat çekmenin yerinde olacağını söyleyebiliriz..."

****

"İnsan-ı kâmilin varlığında bazen Rab isminin tecellisiyle Rububiyeti ortaya çıkarken, bazen de kul (abd) oluşu gereği ubudiyet zahir olur. Rububiyeti tercih edip Rab olması durumunda yaşantısı daralır. Çünkü Rab olması halinde mülk ve melekût âlemlerindeki bütün varlıkların kendisinden bir şey istediklerini görür. Hâlbuki onların isteklerini yerine getirmekten kendi zatı bakımından acizdir. Ubudiyeti tercih edip kul olması halinde kendi aslına uygun bir vasıfta olduğundan rahattır..."

****

"Her bir insan kendisindeki ilahi kemâlatı yansıtmaya müsait potansiyeli sebebiyle kâmil bir potansiyele sahiptir. Ancak asıl kemâl bu potansiyelinin bilfiil hale getirilmesi ile ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla insan için kemâl, sadece statik bir sahipliği ve ontolojik bir vasfı değil, dinamik bir edinme sürecini ifade etmektedir..."

****

“İnsan olmaksızın âlem ruhsuz ceset gibi iken ruh üflenmenin mazharı olan insanla birlikte âlem ruh kazanmıştır. Ruh olmaksızın sûret ve beden anlamsız olduğu gibi insan olmaksızın âlem de anlamsızdır. Böylece var oluş insanla kemâle ermiş olmaktadır. Bu anlamdaki kullanımıyla insan-ı kâmil kavramı tür olarak insanın ontolojik kemalini göstermektedir...”