VEFASIZLIK

İnsan, diğer tüm canlılardan farklı olarak bir eğitim ve tekemmüle tabi tutulmuştur. Hayat boyu kendisine gerekli olan tüm bilgileri dünyaya geldikten sonraki süreçte eğitimle elde ettiği gibi, doğuştan var olan yetenek kabiliyetleri de eğitimle gelişir. Yüce Yaratıcı tarafından ruhuna tohum gibi ekilen yetenek ve istidatlar, eğitimle ve hayatın çeşitli şartlarından etkilenerek filizlenir, gün yüzüne çıkar ve daha da mükemmele doğru gelişir.

Eğitim, “Âlemlerin Rabbı” sıfatıyla kendini tanıtan yüce Allah’ın razı olduğu kul konumuna gelmek için gereken faaliyetlerin bütünüdür. Bu ise “mükemmel insan” olmakla mümkün olur. O halde eğitim, bu amaca ulaşmak için bir araçtır. 

Mükemmelliğin iki temeli bulunmaktadır. Birisi: insanın, ilim ve marifetle donatılması; diğeri de: ahlaki değerleri özümsemesidir. Bu her iki temelin amacı insanın ahlaki değerlere uygun bir hayat yaşamasıdır. Canlılar içinde yalnız insana mahsus olan ahlaki değerler, mükemmelliğin bir nevi ışıltılarıdır, insanın gerçek anlamda süs ve güzellikleridir. Onun içindir ki Peygamber (ASV) “güzelin en güzeli güzel ahlaktır” buyurmuştur.

Her milletin, her kültürün ahlaki değerleri farklı olabilir ancak esas alınması gereken, Kur’an’ın ortaya koyduğu ve Hz. Peygamber’in de yaşantısında gösterdiği ahlaki değerlerdir. Peygamber (ASV) “Ben ancak ahlakın güzelliklerini tamamlamak üzere gönderildim” (Muvatta, Hüsnu'l-Hulk, 1, Hadis no: 1643; Hâkim, Müstedrek, II, 670, Hadis no: 4221) buyurmuştur.  İslam’ın etkisiyle bu değerler zaman içinde evrensel bir boyut kazanmıştır.

Eğitim geleneğimizin tarihi sürecinde, Kur’an’a dayalı ahlak ilkeleri esas alındığından ahlaki eğitimi de kapsayan bütün eğitim ve öğretim faaliyetleri için “terbiye” kavramı kullanılmıştır. Eğitimin temel ilkelerini ahlaki değerler oluşturuyordu. Hatta “ahlak” “edeb” ve “terbiye” kavramları birbirlerinin yerine kullanılıyordu. Ancak daha sonraları eğitim, ahlaktan farklı konumda değerlendirildiği için, terbiye kavramı yalnızca “Ahlaki eğitim”i ifade etmek için kullanılmaya başlandı. Hadis-i şerifte de bu kavramın ahlaki eğitim için kullanıldığını görüyoruz: Peygamber (ASV) “Beni, Rabbim edeplendirdi ve edebimi ne güzel yaptı” (Muttaki, Kenzu'l-Ummal, XI, 406, Hadis no: 31895.) buyurmuştur. “Edep” kavramı da ahlaki eğitimin insanı olgunlaştıran tezahürlerine, tutum ve davranışlara yansıyan güzelliklerine verilen isim oldu. Başka bir deyişle edep, ahlaki eğitimin meyvesi ve kazanımları anlamını taşımaktadır. Halk arasında ahlaki eğitimin meyveleri olan faziletleri elde etmiş kimse için “edepli, terbiyeli” tabiri kullanılır.

Ahlaki üstünlüklerin, diğer bir ifadeyle edebin en önemli meyvelerinden biri “vefa”dır. Günümüzde hasretini çektiğimiz vefa, sadakat, sözde durmak, değer bilmek, dürüstlük ve hakkaniyet gibi ahlaki faziletlerin genel adıdır. İnsana diğer canlılara göre üstünlük kazandıran temel değerlerden biridir. Necis köpeği bile değerli yapan bu meziyet, insanda bulununca ne kadar değerli olacağını düşününüz. 

Aslında vefa doğuştan gelen bir erdemdir ancak sonradan çeşitli olumsuzlukların etkisiyle kaybedilebilir, bu durumda da yerini kötü huylara terk eder. Vefa olmayınca ancak “vefasızlık” tabir ettiğimiz bir dizi kötü huy ve vasıflar kişinin manevi bünyesine yerleşir. Nankörlük, yalancılık, kalleşlik, hıyanet, gibi manevi hastalıklar, insanlık denilen “eşref-i mahlûkat” olma unvanını kemirmeye başlar onu alçaltır. Vefasız insan, Yüce Yaratıcının bahşettiği “insanlık” vasfını yitirir. Rabbine karşı vefasız olan insan, diğer insanlara karşı daha vefasız olur. Kur’an, insanlığını yitirmiş bu tür kimseleri “onlar hayvan gibi, hatta daha da aşağılıktır” (A’raf, 179; Furkan, 44) ayetiyle açıklamıştır.

Vefa, olması gereken doğal bir meziyettir. Fıtratta nüvesi derç edilmiştir. Bu nedenle canlı-cansız her varlıkta doğal olarak vefa bulunmaktadır. Vefasızlık fıtrata muhalefettir. İnsan dışındaki diğer tüm canlılarda iyiliğe karşı vefa görülmektedir. Ancak açlık, tehlike hissetmekten doğan korkunun kendini koruma atağına geçmesi gibi bir nedenle vefanın dışına çıkabilir. Yırtıcı yaratıkların bile vefasızlığı ya bir açlık ya da tehlike hissetmelerinden kaynaklanır. Oysa insan, hiçbir gerekçe olmaksızın sırf keyfi olarak da vefasızlık gösterebilir. Bu ise affedilmez bir tutumdur. Sadece karın tokluğuna karşılık köpeğin sahibine ömür boyu gösterdiği vefaya bakın; bir de maddi manevi birçok üstün vasıflarla donatan ve sayılamayacak kadar nimetler ihsan eden Rabbine karşı insanın gösterdiği vefasızlığa bakın...

İnsanlık teçhizatıyla donatılan insanın, sahibine köpek kadar vefa gösterememesi ne ile izah edilebilir? Rabbine karşı vefasızlıkla edepsizlik edenler Ashab-ı Kehf’in köpeğine yetişemezler, O cennete gireceği halde bunlar cehennemi hak ederler.