TARLA SIRTDA OLUNCA

 

 

İktisatçılar insanı “Homo Economicus” yani ekonomik olan insan diye tanımlarlar.

Açarsak: Sınırlı kaynaklar, sınırsız ihtiyaçlar ortamında kendi faydasını maksimum yapmak isteyen ve bu doğrultuda hep karar alan bireyi anlayabiliriz.

Toplumsal ahlak ve dini kabullerin erdemli insan arayışı bu insan tipini sevmez ve yadırgar. Ama onlarında insanı iyiye güzele yönlendirmek için vaz’ettikleri hep bir çıkar ilişkisi, bir alışveriş mantığı kazan-kazan temelindedir: 

“Şunu yaparsan şu kadar sevap kazanırsın, altından sular akan cennetlerde köşkün olur, huriler-nuriler etrafında döner, işin rast gider, tersini yaparsan şu kadar ceza alırsın, şu kadar sene yanarsın. Az yanıp tez çıkarsın…” Tüm öğütler, emir ve yasaklar insanın ticari zekasına hitap edecek şekilde dizayn edilmiştir.

Bir yere kadar tolere edilebilecek menfaat arayışı, bazı bireylerde had safhaya ulaşıp kaba tabirle işin suyunu çıkarma reddesine varır.

Kendini topluma adamış, hizmet için her şeyinden feda edeceğini söyleyenlerin çoğu “Ya makam, koltuk, güç sevdalısı ya da direkt nakit heveslisi” olarak kendilerini açıkça belli ederler. Bir fırsatını bulup mutlaka memlekete “hizmet” etmelidirler. Toplum kendilerine mecburdur. Çevresindekiler o olmadan nefes alamazlar. İlkeli davranmak, düşünce veya ideoloji sahibi olmak konjektüreldir. Zamana ve zemine göre değişir. 

Siyasetten ekonomik fayda görenler artınca kendisini yönetime layık görenlerin sayısı da bir o kadar artıyor. Hemen hemen her köyden her mahalleden bir aday bulabilirsiniz. Hatta bu iş meslek halini aldı diyebiliriz. Meclis üyeliği ya da başkanlık için parti parti dolaşanlarla dolup taşıyoruz. Her gün bir yerlere katılıp ertesi gün istifa edenleri görmek olağan hale geldi. Üç gün önce yere göğe sığdırılmayan partiler üç gün sonra arkasından saydırılan parti halini alıyor.

 Partiler arasında ideoloji farkları sadece kâğıt üzerinde yer alıyor. Seçim beyannamelerini kendi adayları bile bilmiyor. Ne işe yaradığını sorsan bihaber durumdalar. Herkes aynı tornadan çıkmış gibi. Söylem farklılığı seçime kadar. Sonrasında hepsi aynı renk aynı ton… 

Bir yerden öbürüne geçmek hiç yadırganmıyor. Hatta eski sağ-sol kavramlarıyla özdeşleşmiş partiler arasında bile geçişler normalleşmiş durumda. Partilere iş yeri gözü ile bakılıyor. Ekmeğim nerdeyse ben oradayım diyene bile rastlayabilirsiniz.

Sorulduğunda “Memleketime hizmet için ben varım, parti benim için bir araçtır” söylemlerini duymak olağan hale geldi. 

Seçmen yiyor mu bunu?

Hem de hamuduyla…

Esas mesele o zaten.