KENDİMLE SAVAŞ

Sabaha kadar uyanık geçti. Baş ağrısı, sırt ağrısı, yüksek ateş, baş dönmesi, titreme, halsizlik. Bütün gece kabuslar. Akşam hiçbir şeyim yoktu. Birdenbire başladı. Her yıl en az iki defa böyle olurum. Cenazede ve taziyede soğukta çok bekledim. Amca oğlunun genç hanımı vefat etmişti. O gün tam bir kar havası vardı. İnsanın kemiklerinin içi sızlıyor. O kadar ki bir dakika bile yerinde duramıyorsun. Hastalar Risalesi'ni okumaya çalıştım, olmadı. Kitabı elime alacak mecal yok. Bazı ilaçlar aldım kısmi bir rahatlama oldu. Gece terden sırılsıklam oldum. O terleme olmasaydı hiç duramazdım yerimde. Benim en büyük korkum henüz söyleyemediğim şeyleri söyleyemeden/yazamadan bu diyardan göçüp gitmek. Ve benim en büyük imtihanım kendimle başımın daima dertte olması, belada olması. Hiçbir zaman barışamadım kendimle. Kendimi kendime kabul ettiremedim. Kapasitemi, kabiliyetlerimi, duygularımı, hislerimi, düşüncelerimi... Cemaatte çocukluk yıllarında bile kendimle savaş halindeydim daima. Hiç dinmedi bendeki bu duygu savaşı. "Evet İsyan!" makamından inemedim bir türlü. İnemedim ama o makamın da hakkını veremedim.

*

Elektriksiz olmuyor, internetsiz olmuyor, cep telefonsuz olmuyor, tabletsiz olmuyor, bilgisayarsız olmuyor, sosyal medyasız olmuyor, arabasız olmuyor, bulaşık makinesiz olmuyor, çamaşır makinesiz olmuyor, elektrik süpürgesiz olmuyor, buzdolabısız olmuyor, bankasız olmuyor... İyi de homo sapiens on binlerce yıl bunların hiçbiri olmadan nasıl yaşadı, hiç düşündün mü?

*

Son yüz elli yıllık dönemde birkaç istisna dışında bütün müslüman düşünürlerin mottosu şuydu: "Batının tekniğini alalım, ahlakını bırakalım." Keşke diyorum motto şöyle olsaydı: "Batının ahlakını alalım, tekniği kendiliğinden gelir." Bilhassa iş ahlakını, görev ahlakını, kamusal ahlakını...

*

İslam dünyasındaki ötekileştirme, tekfir, afaroz, lanetleme o kadar acımasız, korkunç ve şiddetli ki! Mesela bir İbn-i Sina, bütün batı dünyası yüzyıllardır okuduğu, sevdiği, istifade ettiği halde İslam dünyasının gözünde bir "mülhit" veya "adi bir mümin"dir hala.

*

Dünyayı kurtaracak olan Türk-İslamı'dır diyor merhume Alev Alatlı. Bu İslam Türkleri ne zaman kurtardı ki dünyayı kurtarsın? Bence dünyayı kurtaracak olan insandır, insanlıktır, insaniyettir.

*

Önümde Mesnev-i Nuriye kitabı. Yaklaşık 32 yıl önce almışım. Günlerce, aylarca, yıllarca altını çize çize, sayfa kenarlarına notlar ala ala ve defalarca okumuşum. Okuduğum her satır hala duruyor hafızamda. Çok güzel ve özel bir eser gerçekten. Risale-i Nur Külliyatının özeti bir nevi. Diğer 11 kitabı hakeza aynı dikkatle, aynı iştiyakla okumuştum. Bu açıdan temelim çok çok sağlam diyebilirim. Kur'an'a, meallere, tefsirlere çok sonraları geçtim. Keşke diyorum önce aynı dikkatle, aynı iştiyakla Kur'an'ı okumuş olsaydım, sonra risalelere geçseydim! Geçen bir dostuma söyledim bunu. Verdiği cevap çok ilginçti: "öyle olsaydı bugün dinin içinde duramazdın. Bu kadar renkli ve farklı okumalara rağmen dinin içinde duruyorsan eğer bunu temeldeki risalelere borçlusun." İtiraf etmek gerekirse Nurcuların en büyük handikabı bir türlü risalelerden Kur'an'a geçememeleridir. Gerçi içlerinde birçok hafız ve ilahiyatçı var ama esas olan, merkezde yer alan, vird-i zeban edilen her zaman risalelerdir, Kur'an değil.

*

İslam dünyasında bir tarafta gürül gürül akan namazlar, ezanlar, salalar, cumalar, mevlitler, kandiller, oruçlar, haclar, kurbanlar, umreler, vaazlar, hutbeler, hatmeler, dualar, ilticalar, tazarrular, cemaatler, tarikatlar... Bir tarafta yine gürül gürül akan haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler, liyakatsizlikler, yolsuzluklar, adam kayırmalar, din tüccarlığı, istibdatlar, servet düşkünlüğü... Yıllardır vaziyet böyle. İşin garibi bu ikisini de yapan hemen hemen aynı kişiler. Anlayamadığım şu: Neden birinciler ikincilerin olmasına engel olmuyor/olamıyor?