MÜŞRİK MÜSLÜMAN

Güzel bir gün. Girintisiz ve çıkıntısız. Dümdüz. Öylesine. Açlık az, susuzluk yok. Rutinin dışına çıkış. Bir görev, birkaç yazı. Ivır zıvır. Teravih henüz yok, mukabele de öyle. Farzlarla idare etmeye çalışma. İrtibatı koparmamak için elinden geleni yapma. Kafanın içi bomboş. Bütün sorular ve sorunlar buharlaşmış gibi. Belki de bilinçaltına süpürülmüş hepsi. İbadet ediyorsun ama müslüman olduğundan emin değilsin. Çünkü şirk koşmadığından, imanına şirk bulaştırmadığından emin değilsin. Hem mümin olmak, hem müşrik olmak. Mekke dönemi müşrikleri gibi. Onlar da hac yapıyor, namaz kılıyor, infak ediyor ama şirk koşuyor aynı zamanda. Ruhlara, putlara, geçmiş büyüklerine ilahi vasıflar veriyorlar, kısacası Allah ile birlikte başka şeylerden de yardım istiyorlar. Günümüz Müslümanlarının kahir ekseriyetinin Mekke dönemi müşriklerinden bir farkı yok. Yeni bir peygamber gelse bunlara müşrik demekten çekinmez, onları gerçek tevhit dinine davet eder belki. Veliye, şeyhe, lidere, üstada, ölülere insanüstü özellikler vermek ve bunlardan yardım dilemek apaçık şirktir. 

Bunları söylediğin zaman hemen vehhabilik, selefilik damgası yiyorsun. Müşriğin en bariz vasfı hiçbir zaman şirk koştuğunu kabul etmemesidir. Adamlara yaptıklarının şirk olduğunu söylüyorsun, adamlar gülüyor ve acıyarak bakıyor yüzüne. Kalabalıklar bir defa bir hurafeyi benimsedi mi artık o hurafenin hurafe olduğunu onlara anlatmak atomu parçalamaktan çok daha zor. Artık çevremizde en fazla rastladığımız tip Müşrik Müslüman tipi. Bir müslüman olarak müşrik olmadığımdan, imanıma şirk bulaştırmadığımdan emin değilim. Çünkü parayı, şöhreti, prestiji, egomu, insanların övgüsünü Allah rızasına öncelediğim çok oluyor. Çoğu zaman Müslümanca görünmek Müslümanca yaşamanın önüne geçiyor. Bunun riyakarlık olduğu, riyanın da gizli şirk olduğu çok açık. İslam'da önemli olan çok namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, kandil kutlamak, tesbih çekmek değil, sahih ve şirksiz bir itikada, bir imana sahip olmaktır. Bu olmadan diğerleri boştur.

Dün gece program güzel geçti. Teknik bir arıza nedeniyle sesli katılmak zorunda kaldım. Kıymetli katılımcılara kalben teşekkür ediyorum. Yaklaşık bir saat konuştum. Konu: İslam’ın Geleceği idi. Neler konuştuğumu hatırlamıyorum. Muhsin hocam kaydı gönderince öğreneceğim. Çok dağınık konuştuğumu, daldan dala atladığımı düşünüyorum. Daha doğrusu öyle olduğunu hatırlıyorum. Torpille işe girmek haramdır ve torpille işe girenin hayatı boyunca aldığı maaş haramdır diyor ilahiyatçı bir akademisyen. Bu hesaba göre milyonlarca insanın yaptığı hac, verdiği zekat, yemesi, içmesi, giyinmesi hepsi haram. Gusül abdesti aldığı su bile haram. Biraz derin düşününce temelde hiçbir şeyin helal olmadığını görüyor insan. Yüz binlerce diyanet personelinin maaşları alkollü içeceklerden alınan vergilerden ödeniyor. Bunların aldığı maaşlar haram değil mi? Değilse kime göre değil, ne hakla değil? Veya değil deyince değil mi oluyor? 

Aslında işin temeline inilirse her şey karmaşıklaşıyor, karanlıklaşıyor. Sözgelimi adına devlet denilen mekanizma helal bir toprak parçası üzerine mi kurulu? Mesela bizim topraklar ne kadar bizim? Elimize nasıl geçti? Bizden önce Roma'nın idi, ondan önce Hititler'in, Urartular'ın veya daha başka birilerinin elinde idi. Peki bu el değiştirmeler nasıl oluyor? Elbette savaşla. Kim güçlüyse, talancıysa, zalimse toprak onun eline geçiyor, onun devleti oluyor. Bu el değiştirmeler ne kadar helal? Ya da şöyle soralım: Müslümanlar savaşta Persler'i yeniyorlar, bütün topraklarını ele geçiriyorlar, ganimetler elde ediyorlar, her yere sahabelerden yöneticiler atanıyor. Şimdi bunların yaptıkları ve bu makamlarda aldıkları maaşlar helal mi? Eğer savaşta kazananın hakkıdır diyorsanız, güçlü olan haklıdır demiş olmuyor musunuz? O halde itirazlarınız neye ve niçin? Temeli sorgulamaya yanaşmayanlar temelin üzerindekini rahatlıkla ve pervasızca sorgulayabiliyor. Asıl zor olan temeli görmek, temele inmek, temeli sorgulamak.