TOPLUMLARI UYUTAN SENARYOLAR

Sosyal bir varlık olan insanoğlunun, cemiyet halinde yaşamak zorunda olduğu gerçeğini kimse inkâr edemez, çünkü dünya hayatının yaşam kuralları bunu gerektirmektedir. Cenabı Allah, insan neslinin devam edebilmesini; eş olacak olan adayların karşılıklı rızadan sonra nikah akdi ile hayatlarını birleştirmeyi vesile kılmıştır. İnsanların dünyaya gönderiliş gayesinin ubudiyet (Allaha kulluk) olduğuna dair, Kur’an’ı kerimde müteaddit ayetlerin olduğu bilinmektedir. Ve insanların/toplumların, yoldan sapmaması için; cenabı Allah, ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem babamızla birlikte, yeryüzünde nasıl yaşanılması gerektiğine dair hükümlerini peyderpey göndermiştir. Risalet ve Nübüvvet süreci, tarihin hemen her devresinde devam etmiş; Hz. Peygamber Efendimizle de nihayete ermiştir. Yüce Allah Risalet ve Nübüvvet kapısını kapatmış, ancak son Kitap olan Kur’an’ın hükümlerinin evrensel ve cihanşümul kılmakla; kıyamete kadar gelecek olan insanları, Kur’an’ın hükümlerine karşı sorumlu ve mükellef kılmıştır. Yaşadığımız iki kutuplu şu dünyada, haktan ve hakkın emirlerinden yana tercihlerini koyan herkes İman bağı sayesinde kardeş ilan edilmiş; batıl ve inkârdan yana tercihlerini koyanlarda tek millet (yani inkârda) olarak belirlenmişlerdir. Yirmi birinci yüz yılda, insanoğlunu haktan saptırmakve uyutmak için, batılın adamlarıdurmadan değişik isimlerle senaryolar yazmaktave bizlerde buna şahit oluyoruz/olmaktayız. Mesela yaşadığımız toplumda ve dünyada, insanların kahır ekseriyetinin; hakka karşı bigâne davrandıklarını, şehvete ve dünyevi ihtiraslara hitap eden şeylere daha çok tevessül ettiklerine görmekteyiz/müşahede etmekteyiz… Beşeri ideolojilerle, İzmlerle, suni gündem ve insan fıtratına uymayan bir sürü oyun ve desisenin süslü gösterilmesinin amacı; insanların haktan ve hak davasına matuf olan şuurdan uzak kalmalarını sağlamak olduğu bilinmektedir! Mesela, sportif faaliyetlerde oynayan gençlerin çoğunun en uzun metrajlı yolunun kırk yaşından önce bittiğini bilmeyen var mı? Peki, neden? Çünkü genç olan her insana, (kırk yaşına kadar) kanı kaynıyor manasında delikanlı denilmektedir. İşte bu delikanlılık döneminde, beşeri güçler o gençlerin asli olan vazifelerine (Allaha kulluk, İslami dava, ve hesap günü şuuru ) odaklanmamaları için onları durmadan farklı mecralara ve maceralara sürüklemektedirler. Ta ki son kullanma tarihleri bitince, yani gençlikleri bitip yaşlanıncaya kadar. Müzik, Spor, dans, gece hayatı, eğlence, para ve özgür yaşamak gibi içi boş olan bir sürü araç; amaç haline getirilmektedir. Oluşturulmaya çalışılan ve istenen bu gibi tüm meşgaleler; toplumları uyutan senaryolardan başka bir şey değildir. Müslümanların çoğunlukta olduğu bir memlekette, İlkokul çağındaki bir çocuktan yüksek tahsil gören bir gence varıncaya kadar; şayet insanların çoğu, popçu topçu ve copçu’ ları (vurgun ve talancıları) tanıdıkları kadar, dinlerini bilmiyor ve yaşamıyorlarsa, bu o insanların ve o toplumun uyutulmuş olduğu manasına gelmektedir… Bunun başka tarifi var mıdır? Yani, dünyadaki yetki ve etki sahibi olan politikacıların, ikide bir; faizleri düşürdük, şunu yaptık bunu yaptık deyip; ve toplumlarının önüne hakiki bir hedef belirlemekten uzak olan eylem ve söylemeleri, insanları suni gündemlerle uyutup meşgul etmekten başka bir işe yaramamaktadır… Yaradığını iddia eden varsa söylesin? Gelinen noktada, İslam âleminin başına geçmiş/geçirilmiş olan idarecilerin çoğu; kendi toplumlarının hür iradelerine karşı katı oldukları ve şayet yaşamak istiyorlarsa kendilerinin belirledikleri çerçeve dâhilinde yaşayıp ve sınırı aşamamalarını istemektedirler… Hâsılı kelam, bu gün Nüfusu bir Milyar sekiz yüz milyon olan İslam âleminin içinde bulunduğu, hali pür melalinin şu an ki; durumu, gidişatı, resmi ve rolü bundan ibarettir. Hiç birimiz masum değiliz ve hasbel kadar hepimiz kadar uyutulmuşuz!... Uyanmamız temennisiyle…