OLMUŞ VE ÖLMÜŞDEN DERS ALMAYAN DERDEST OLUR

Tarihte yaşanmış olan olaylar, sonradan gelen nesillerin; hafızasını şekillendirmede önemli etkenlerin başında gelir dense yeridir. Tarihten ders çıkarmayan nesillerin, istikbalinin parlak olması düşünülemez. İçinde yaşamış olduğumuz ihtiyar dünyamız, milyonlarca menfi ve müspet hadiselere ev sahipliği yapmıştır. Savaşlar, zaferler, sürgünler, haritaların yenilenmesi; yeni sınırlar, kurulan nice devletçikler, yıkılan imparatorluklar, yakılan dünya harikası kütüphaneler, yok edilen medeniyetler, yargısız infazlar, hukuksuz istila ve işgaller; talan ve tecavüzler, ihanetler, sahte kahramanlıklar, oyun içinde sergilenen oyun ve senaryolar, anarşi ve isyanlar, katliam ve soykırımlar, vel-hasıl; sayamayacağımız binlerce örnekler, hepsi şu anda üzerinde Yaşadığımız yaşlı dünyanın sırtında meydana gelen hadiselerdir. İbret alan var mı peki? Belki de! Ders çıkaran nesil ve toplumlar, dereyi az zayiatla geçmeye muvaffak oldular. Ders çıkarmadan yaşayan kalabalık yığınlar ise, düşmanlarına karşı ağır yenilgilerle derdest olup zillete mahkum oldular... Hikayedir anlatılır, vakti zamanında Aslan çağırmış kurt ile tilkiyi. Ve onlara, gelin aramızdaki şu husumete son verelim demiş. Kurt ve Tilki, kral sensin söyle nasıl yapalım diye sormuşlar. Aslan da onlara, bugün her birimiz bir av avlayalım ve getirip orta yerde bir ziyafet verelim. Birlikte afiyetle yiyelim ve aramızdaki düşmanlığın yerini dostluk alsın demiş (!) Hikaye bu ya, dağılmışlar ve herkes tuttuğu avı akşam vakti getirip orta yere koyar. Aslan kral olduğu için, Kurt'a haydi kurt kardeş şu avları paylaş da yiyelim der. Kurtta, madem öyle, bence herkes getirdiği avı yesin bitsin bu iş der. Tabi, bu taksimatın şekli Aslanın hoşuna gitmez ve ıhhhh diye hırlar ve ölümcül bir darbe indirir kurdun böğrüne. Tabi zavallı kurt, kuyruğunu biraz sallar ve can verir. Kaldı Aslan ile Tilki. Aslan bu defa, Tilkiye haydi Tilki kardeş; ziyafet paylaşımını sen yap der. Tabi Tilkidir bu, hem kurnaz hem de düzenbazdır. Tilki, Aslana; senin şu getirdiğin av kahvaltın, kurt kardeşin getirdiği öğlen yemeğin ve benim de getirdiğim akşam öğünün olsun. Biliyorum benim avım küçük sana layık değil ama, ne yapayım ben ancak tavuk hindi avlayabilirim diye taksimatı yapar. Aslan ona, peki ne yiyeceksin diye sorduğunda Tilki; kraldan arta kalan artıklar falan olursa yerim kalmazsa canın sağ olsun, Sabır ederim der. Tabi, tilkinin bu sözleri, kral olan Aslanın hoşuna gider ve Tilkiye, sen bu aklı nereden aldın dediğinde; Tilki, ben bu aklı, biraz önce kuyruk sallayıp ölen şu yatan akılsızlar aldım diye cevap verir. Şimdi, bu temsili hikâyeden çıkaracağımız çok derslerin olduğu kanaatindeyim. Hatırlayın, yıl 2011 de Arap baharı adı altında; Uluslararası Emperyalizmi, İslam aleminde bir fitne ateşi yakmıştı. Bu fitne ateşi, ilk olarak Tunus'ta yükseldi, sonra Libya, ardından Mısır derken Suriye'ye vardığında; geride harap olmuş şehirler, tecavüze uğramış kadınlar, talan edilmiş yer altı ve yer üstü zenginliklerin enkazlarından başka bir şey bırakmamıştı. 1990 ve 2006’lerdeki, Irak işgalini söylemiyorum bile. Peki, ne mi oldu? Batı dünyası ve onların güdümündeki devletçikler, Ümmetin çocuklarını birbirini boğazlamak için yazdıkları senaryolarla ellerine silah tutturan herifler; özellikle petrol yataklarını savaş giderleri (!) Karşılığında kendi ülkelerine akıtmışlardı. Ders aldık mı? Zannetmiyorum! Yukarıdaki Aslan kurt ve Tilkinin temsili hikayesi, bizim hikayemize benzese de; hiç olmazsa Tilki aklını kullanıp yakayı ölümden kurtarmayı başarmıştı. Peki, ya biz Müslümanlar! Biz mi, biz düşmanlarımızı unuttuk, birbirimizle uğraşmaktan düşmanlarımızla uğraşmaya zaman bulamaz olduk. Vay başımıza gelenler. Ulu Hakan Abdülhamid Hanı devirmek için, Selanik’ten İstanbul’a yürüyen ittihat ve terakki tayfası olan jön Türklerin yaptıkları ilk iş; (gerçi hiçbiri Türk değildi. Bilenler bilir, onların kim olduklarını) Yıldız Sarayını talan etmek olmuştu. Sultan Abdülhamid’i Müstebit olmakla itham eden batının palyaço heriflerinin dertleri, istibdat veya sözde ayrımcılık falan değildi; tam aksine, onların tek dertleri, ağa babalarından almış oldukları emir gereği; koca bir İslam devletini parçalayıp, ümmeti birbirine düşürmek ve elde edilmiş tüm kazanımları heba edip dağıtmaktı. Öyle de yaptılar. Yıldız Sarayındaki kütüphaneyi nasıl da imha ettiler, elleri kurusunca satılmışlar... Evet, sonra da gerçek vatanseverleri vatan haini; hainleri ise kahraman ilan ettiler. Yıldız kütüphanesindeki hazine niteliğindeki binlerce tarihi eserlerin bir kısmını hamallara para verip denize döktürdüler; bir kısmını da, hurda kağıt diye kilosunu 50 kuruşa Bulgarlara sattılar. Ve böylece, altı buçuk asır; üç kıtaya fiilen hüküm eden koca bir cihan devletini 50 küsur parçaya böldüler. Şimdi hangi birini anlatayım ki bilmiyorum...? Geçmişini, ecdadını, membaını merak edip araştırmadan nesiller; söz konusu gerçekleri nasıl öğrenecekler? Geçmişte, ecdadımızın başına getirilen entrikaların gerçek yüzünü öğrenip, ders almadığımız müddetçe; düşmanlarımız tarafından derdest edilmekten kurtulacağımızı zannetmek, hayalden öteye geçemeyecektir. Asluhu ve fasluhu, illa huuuuu!... Yani, aslımıza dönüş yapmadığımız ve aklı selim ile düşünmediğimiz, mensubu olduğumuz İslami prensiplere göre yaşamadığımız; Tevhit ve uhuvvet şuurunu ikame etmediğimiz müddetçe; düşmanlarımızın su değirmenine daha çok su taşıyacağımızı unutmayalım! Başta vermiş olduğumuz temsili hikâye, bizim için, olmuşlar ile ölmüşler konusunda; mühim dersler içermektedir... Yani, düzlüğe çıkabilmenin en emin ve kestirme yolu; geçmişte yaşanan hadiselerden ibret/ders almak, mevcut hali en güzel bir şekilde değerlendirmek, zaman israfına girmemeye özen gösterip ve yarınlara dair, insanlık için; meşru, güzel, iyimser hayaller kurmak, belki bazen rüyalar görmek!... Evet, yarınlara dair hayali olmayan fert ve toplumların; geleceğe dair inşa edecekleri kalıcı bir eserleri de olmayacaktır. Kısaca, geçmişten ders, hazır olanın kıymetini bilip değerlendirmek ve yarınlara dair iyi hayaller kurmak!... Kalın sağlıcakla efendim…