SALAVAT YOKUŞU...

Geçen gün bir düğün vesilesiyle Birecik'te bir kaç saat bulundum. Rahmetli Babam 1980 yılında buraya ilçe Müftüsü olarak tayin edilmiş ve beş yıl kalmıştık. Dolayısıyla çok hatıralarım vardır. Bulunduğumuz yer bir açık hava düğün bahçesi idi. Oturduğumuz yerin tam karşısında salavat yokuşu duruyordu. Şehir çok büyümüş olmasından dolayı Salavat yokuşunun şimdiki hali benim öğrenciliğim döneminden çok farklı bir durumda olsa da hatıralarımı depreştirdi. Aklıma gelen bir hatıramı paylaşmak istedim. Çok zor yıllardı. 12 Eylül askeri darbesi yapılmıştı o yıl. Rahmetli babam Birecik Müftüsü idi. Ben de o yıl ilkokulu bitirmiş ve Ortaokula başlayacaktım. Babam bana iki seçenek olduğunu söyledi. Birincisi Birecik Lisesi, kincisi ise Birecik’te olmadığı için Oraya en yakın Nizip İmam Hatip Lisesi . Babam Birecik’te okula gitmemin daha iyi olacağını söylemiş ancak İmam Hatip Lisesi bana çok daha cazip gelmiş ve tercihimi oradan yana kullanmıştım. Okulun pansiyonu olduğu içinde zorluk yaşamayacaktım. Ancak öyle olmadı. Kayıt için gittiğimiz de pansiyonda yer kalmadığını söylediler. Doğrusu çok üzülmüştüm. Babam kalacak başka yer olmadığından Birecik lisesine gitmemi istese de ben iki ilçenin yaklaşık 20 kilometre mesafede olduğunu, yani yakın olduğunu ve her gün gidiş geliş yapabileceğimi ısrarla söyleyince babam beni kırmayıp Nizip İmam hatip Lisesi Ortaokul Birinci Sınıfına kaydımı yaptı. Benim durumumda biri benimle aynı sınıfta diğeri ise bizden büyük olup lise birinci sınıfa giden iki kardeş vardı. Bunlar çok yakın aile dostumuz ve komşularımızın da çocukları olunca babam fazla tereddüt göstermemişti. Okul başlayınca her sabah erkenden arkadaşlarımla buluşup Köprübaşına gider Birecik’ten Nizip’e yolcu taşıyan dolmuşlara binerdik. Akşam ders bitiminde de tekrar dolmuşa biner ve eve dönerdik. Bu durum bir süre iyi sayılabilecek bir düzeyde gitse de günlerin kısalmaya başlaması ve havaların soğumasıyla birlikte sıkıntılı bir hale gelmeye başladı. Zira sabah erkenden köprübaşına gittiğimizde dolmuş ya gitmiş, ya da henüz gelmemiş oluyordu. Bu sıkıntılı durumu aileme yansıtmamaya karar vermiştim. Kendimizce bazı çareler aradık. İlk zamanlar da Köprüden geçen kamyon, traktör ne varsa yeter ki tekerleği olsun ve hareket halinde olsun araçlara otostop çekmeye başladık. Birecik- Gaziantep karayolu Nizip ilçesinin tam ortasından geçiyordu. Ancak Köprüden geçen kamyonların çoğu transit araçlar olduğundan yolcu almak, hele hele biizim gibi çocuklar için asla durmuyorlardı. Nizip ilçesinin Fırat kenarında bulunan bazı köylerden okula gelen bazı arkadaşlarım Nizip’e kum taşıyan damperli kamyonlar olduğunu ve hafta sonu köylerine bu kamyonlarla gittiklerini ve kamyonların da Birecik’in Karşıyaka’sından geçtiğini söyleyince durumu arkadaşlarıma anlattım. Artık sabahları evden biraz daha erken çıkıp köprüden geçip Karşıyaka’ya gitmeye başlamıştık. Gerçekten de Elifoğlu, Yukarı Bayındır, Aşağı Bayındır, Suboyu, Saray gibi kum ocakları olan köylerden kum taşıyan çok kamyon vardı. Akşamları da büyük çoğunlukla köylerine geri dönen kamyonlara rastlamak mümkün oluyordu. Sadece işin sıkıntılı tarafı sabahları Karşıyaka’ya kadar yürümek ve akşamları da Karşıyaka’dan Birecik’e yürümek oluyordu. Günler ilerledikçe kış mevsiminin olumsuz durumları ile karşılaşmalarımız da artmıştı. Hemen her gün yağan yağmur gidiş gelişlerimizi zora sokmaya başlamıştı. Özellikle de akşamları derslerimizin geç bitmesi, okuldan geç çıkmamıza neden oluyor ve bur durum bizi perişan ediyordu. Bu şekilde Ortaokul birinci sınıfı bitirmiştim. Bir sonraki eğitim ve öğretim yılında da yine bizea pansiyonda yer vermemişler ve biz yine gidiş gelişlerle okulumuzu sürdürmeye çalışacaktık. İkinci sınıfta biraz daha alışmış ve kazandığımız tecrübelerle daha az sıkıntı çekerek gidip geliyorduk. Lakin yine kış gelmiş ve şartlar zorlaşmaya başlamıştı. Üstelik yeni bir sıkıntı daha başlamıştı. Birecik-Gaziantep karayolunun Nizip’ten geçen kısmı Nizip’lilerin “Ecer yol” dediği yeni yolun açılmasıyla artık kullanılmıyordu.("Ecer" yöre lisanında "Yeni" anlamında kullanılır )Araçlar Birecik’ten sonra Dutlu köyündeki yol ayrımından “Ecer yola” giriyor ve Nizip’e uzak sayılacak bir noktadan geçiyorlardı. Bu durum gidiş ve dönüşlerimizi ciddi anlamda sıkıntıya koymuştu... Bir akşam ders bitiminde okuldan çıktığımızda hava kararmıştı. Büyük bir acele ile durağa geldik. Dolmuş yoktu. Durağın Kâhyası Son dolmuşun da az önce gittiğini söyledi. Çaresiz Yeni yola kadar yürüyüp kamyon beklemeye başladık. Bir yandan yağan şiddetli yağmur görüş mesafesini kısaltırken bir yandan karanlığın giderek artması ve evlerine hızlıca ulaşmaya çalışan insanların telaşı bizim endişelerimizi daha da arttırıyordu. Hem üşüyor hem de korkuyorduk.Hızlıca geçip giden birkaç kamyon durmayınca telaşımız arttı. Biraz sonra Bir kum kamyonu geldi ve durdu. Gerçi bizim için durmamıştı ama bu durum bir fırsat olabilirdi fırsattan istifade şoföre Birecik'e gideceğimizi söyledik. Adam durumumuza acıyacak olmalı ki “-Şoför mahallinde yer yok. Dampere çıkarsanız götürürüm ama bakın ben sizi 'Salavat yokuşunda' bırakırım ha!” Dedi. (Salavat Yokuşu Bircik’in batı cephesindeki yokuşun adı idi. Şimdi o yokuşun tepesinde Fıstık Hali vardır)Üç arkadaş birbirimize baktık başka çaremiz yoktu.Kabul ettik. Büyük bir sevinçle dampere çıktık. Kamyon hareket edince yağmurun şiddeti de artmış odu. Parkemin kapüşonunu iyice bağladım ve damperin bir köşesine kıvrılıp oturduk. Hiç bir zaman bu kadar yağmura maruz kalmamıştık.Ben Çok üşüyordum. Arkadaşlarımın da çok üşüdükleri her hallerinden belliydi. Üzerime düşen yağmur sularının bütün giysilerimi geçerek vücudumdan akışını hissedebiliyordum. Arada bir de yağan yağmura rağmen salavat yokuşuna gelip gelmediğimizi görmek amacıyla ayağa kalkıyor lakin hiçbir şey görmeden ve anlamadan tekrar oturuyorduk. Bir ara yağmur durur gibi oldu. Ayağa kalktık, kamyonun stabilize bir yoldan ilerlediğini görünce adamın bizi yol ayrımında indirmeyi unuttuğunu anladım. Arkadaşlarım da durumun farkına varınca bağırmaya başladık. Bir yandan da el kol hareketleri ile dikiz aynasından görür de durur düşüncesiyle şoförün dikkatini çekmeye çalıştık ama olmadı. Hepimizin yüzünde endişeli bir hal vardı. Zira ne olacağını nasıl eve dönebileceğimizi düşünüyoır lakin bir yol çıkaramıyorduk... Nihayet Elifoğlu’na vardık. Kamyon durdu ve hemen indik. Adam bizi görünce şaşırdı. Büyük bir of çekip “- Sizi Unuttum Yorum…” dedi. (Yorum, Gaziantep bölgesinde bir hitap şeklidir)Bir süre ne yapabileceğini o akşam onlarda misafir kalmamızı istediyse de biz ailelerimizin bizden haberi olmadığından kabul etmedik. Evimizde ve komşularımızda en azından bizim bildiğimiz hiç kimsede telefon da yoktu. Ailemize Haber verecek hiç bir durum mevcut değildi. Kamyon şoförü uzun uzun düşündükten sonta: "-Tek bir yol kalıyor bir süre sonra Karkamış- Gaziantep seferini yapan posta treni bu köyden geçer. sizi trene bindireyim, Yeşildağ istasyonunda inin ve Birecik'e kadar yürüyün. Yolda bir araç denk gelirse de binersiniz" (Yeşildağ istasyonu ile Birecik arasında yürüyerek bir saatten fazla bir mesafededir.) Bu fikir kötü durumuza bir cılız ışık oluşturdu ve biraz rahatladık. Adam bizi köpeklerden korumak için Tren durağına kadar bizimle birlikte geldi. Tren saat 21.30 da gelecekti. yaklaşık on dakikalık bir gecikme ile geldi ve biz trene bindik. adamın dediği gibi Yeşildağ istasyonunda inip Birecik'e kadar yürürdük. O istasyonda inen başkaları da vardı . Onlarla da Suboyu(Kefre) köyüne kadar yürüdük. Kefre den sonra 3 km.lik bir yolumuz kalıyordu.Bitap düşmüş bir halde yürüyüp nihayet Köprüye vardık. Annem köprünün hemen başında ağlamaktan gözleri kızarmış ve yorgunluktan yığılacak bir halde beni bekliyordu. Anneme sarıldım ve bir süre beraber ağladık sonra Eve gittik. Ertesi gün sabah erkenden yine yollarda idik. Afiyette Kalın