HANİF VE MÜSLİM

Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim (AS)’ı tanıtırken, “İbrahim, Yahudi ya da Hıristiyan değildi, o hanif bir müslümandı ve müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran,67) buyurmaktadır. Hanif kavramının yalnızca Hz. İbrahim’in diniyle sınırlı olmadığını, İslam diniyle de ilişkili olduğu diğer bazı ayetlerden anlaşılmaktadır. Örneğin, Hac, 31. Ayetinde müminlere hitaben, “Hiç bir şeyi O’na ortak koşmaksızın Allah için Hanifler olun” buyrulmuştur. Nahl, 123. Ayette de Peygamber (ASV)’a hitaben, “Sonra sana, Hanif olarak İbrahim’in dinine tabi ol, o müşriklerden değildi diye vahyettik” buyrulmuştur. Peygamber (ASV) da “Allah’a en sevgili olan din, müsamahakâr olan Haniflik dinidir” (Buhari, İman, 29); diğer bir rivayette de “Benmüsamahakâr olan Haniflik dini ile gönderildim” buyurmuştur. (Tirmizi, Menâkıb, 32) Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, “hanif“ kavramı Hz. İbrahim dinine özgü değil, Muhammed (ASV)’ın dininde de bulunmaktadır. “Müslim” Müslüman olan, o da “teslim olan” demektir. “Hanif “ ise kelime anlamı, hakikati bulmak için zikzak çizen, istikameti bulmak için araştırma yapan demektir. Hanif denince Hz İbrahim (AS)’ın akla gelmesi, Kur’an’da da anlatıldığı üzere, Hz. İbrahim’in, yıldızlara, ay ve güneşe bakıp deneme yanılma ile bir nevi zikzak çizerek ve akıl yürüterek, araştırma sonucu Yüce Allah’ı bulmasından dolayıdır. İşte bu araştırma ve akıl yürütme işlemine “hanif denilmiştir. Dikkatle incelendiğinde, Hz. Muhammed (ASV)’ın İslam dininde iki temel kısım göze çarpmaktadır: Birisi, Allah ve Resulünün bildirdiği şekliyle tartışmasız kabul edilmesi gerekenlerdir ki itikat ve ibadet konularını kapsamaktadır. İşte bu kısım, teslim olmak anlamında “İslam” kavramıyla ifade edilebilir. Diğeri ise dinin, toplumsal ve örfi ilişkileri düzenleyen muamelat konularını kapsamaktadır. İşte bu kısım zamanlara, hayat şartlarına, fayda ve zarar durumlarına göre değişebilen hususlardır ki “hanif” kavramıyla ifade edilebilir. Fıkıhta, bu kısım “ictihad” adı verilen araştırma ve akıl yürütme ile tesbit edilen hükümler olarak ortaya konmuştur. Fıkhın “Hükümler, zamanın değişimiyle değişir” ilkesi, dinin hanif kısmıyla ilgilidir. İnanç ve ibadet konuları ve hükümlerinde bir değişim asla mümkün değildir. İmanın şartları, ya da ibadetlerin eda ediliş şekli ve hükümleri hiç bir zaman değişmez. Ancak toplumsal ilişkilerde, ticaret, fayda ve zarar konularında ayet ve hadislerin bildirdiği temel ilkelere aykırı düşmemek kaydıyla hükümler değişebilir. Nitekim fıkıh âlimleri, istihsanı, istishabı, mesalih-i mürseleyi, örf ve adetleri de şer’i hükümlere kayak olarak kabul etmişlerdir. Dinin kolaylık ilkesine uygun olarak sipariş ve eser sözleşmesi “istihsan” ilkesiyle, “mevcut olmayan malın satışı caiz değil” şeklindeki genel hükmün dışında tutulmuştur. Ayet ve hadislerde yasaklanmamış olması şartıyla yararlı ve güzel görülen hususlar “mesalih-i mürsele” ilkesiyle caiz görülmüştür. Kur’an ve sünnette açıklanmamış yiyecek ve giyimle ilgili nafaka gibi toplumsal işlemler örfi olarak çözüme kavuşturulmuştur. Aksine bir delil çıkmadıkça mevcut durumun korunması, kazanılan hakların devam etmesi “isitshab” ilkesiyle çözümlenmiştir. Kur’an ve sünnette yer almayan ancak fert ve topluma zarar veren hususların yasaklanması da “sedd-i zeraî” ilkesiyle yasaklanmıştır. İşte bütün bu ictihadî hususlar, dinin “hanif” bölümünü oluşturur. Din bir hayat nizamı olması itibariyle böyle bir kısmın bulunması hayat kalitesi ve kolaylığı açısından bir rahmettir. Dinin teslimiyet kısmı olan “İslam” diğer değişken kısım olan “haniflik” diğer adıyla ictihad için kaynak ve temeldir. İslam’a dayanan haniflik doğrudur, güzeldir; ancak İslam’a dayanmayan ya da aykırı düşen bütün çaba ve gayretler hanif kavramından uzaktır ve sapkınlıktan ibarettir.