ULEMA VE ÜMERA

Yani, Alimler ve Amirler! İnsanlık tarihi boyunca, güç ve iktidar sahipleri; bir kısım sözüm ona ulema müsveddesi tarafından hep desteklenmiş ve zulümlerini merdut fetvalarıyla meşru göstermeyen çalışmışlardır. Mesela Musa (a.s) döneminde yaşamış ve birçok bilgiye vakıf olan Bel'am ibn-i Baura, ilim ve bilgisini, dünyevi menfaat karşılığında kötüye kullanmakla; ilahlık taslayacak kadar azgınlaşmış olan Firavun'nun yanında, Musa'nin karşısında yer almıştır. Reşid Halifeler devrinden sonra başlayan melik-i adud dönemi, saltanat hastalığına tutulmuş olan sultanlar, dini istismar eden âlim kılıklı din bezirgânları tarafından daima desteklenmiş; söz konusu saray sultanlarına ve onların yalaka takımına karşı Tevhid, ümmet ve hilâfet fikrini savunan gerçek din alimleri ise, ya zindan köşelerinde işkencelere maruz kalıp hayatlarından olmuşlar, ya da diyardan diyara, beldeden beldeye sürgüne gönderilmişlerdir. Bunun en güzel örneği, emeviler döneminde; kur'an mahluktur şayiasının ortaya atıldığı dönemde; hakiki ulemanın başına gelen felaketlerin korkunç boyutunda görmek mümkündür. İmam Ebu Hanife'nin, Ahmed ibn-i Hanbel'ın, daha nice müctehid âlimin; sırf dönemin zalim ve gaddar ümera'sına muhalefet edip hakkı savundukları için, zindanlarda işkence edile edile şehid edilmişlerdi. Ama devlet teröründen korkup, onların dediklerine onay verenler ise; berat edilmişlerdi. Bunların başında, sika kabul edilen ve aynı zamanda İmam Ahmed ibn-i Hanbelin (r.alh) yakın ve samimi dostu olan; Yahya ibn-i main gelmektedir. Zira Yahya ibn-i main, dönemin yönetiminden korkmuş ve Kur'an mahluktur, diyenlerin korusuna eşlik edince; Ahmed ibn-i Hanbel insanlara: "artık yahya ibn-i ma'ine güvenmeyin çünkü O, adaletini kaybetmiştir diye, kimlerin hakiki kimlerin korkak âlim olduğunu dile getirmeye çalışmıştı. İmam ibn-i Teymiyye (r.alh), dönemin sultanlarına yalakalik eden âlim müsveddelerinin rahatını kaçırmış; daima şikayet edilmiş birçok defa zindana konulmuştur. yetmedi, elinden kağıt kalem okka vb. yazı aletlerini alıp zindana koyunca; kurtulduklarını zannetmişlerdi ki, yanılmışlardı! Zira o imam ibn-i Teymiyye ki, Allah'tan başka hiçbir güçten korkmayan, bir elinde kalem, bir elinde kılıç ve at sırtında; moğol çetelerine karşı yiğitçe savaşan bir ilim ve irfan eriydi!... İmam ibn-i Teymiyye'yi zindana koymakla, ondan kurtuldukları zehabına kapılan gafil yöneticiler ve onların yalaka takımı; imam ibn-i Teymiyyenin'nin kömürle zindan duvarlarına isalm'ın hakikatlerini yazacağını hesaba katmayacak kadar cahil ve sersem haldeydiler... Evet, bir âlim zindan duvarlarına kömürle zindan risalesini yazıp; zalim ce zorba amirlerin beyinlerini patlatıyordu adeta. Peki, Üstad Said-i Nursi'nin durumu çok mu farklıydı sanki? Yaşadığı dönemde, dinsizlik cereyanlarına ve despot idarecilere karşı; bir ömür boyu, sürgün mahkeme, zehirleme, ve akla hayale gelmeyecek derecede eziyetlere rağmen; o, iman ve islam hakikatlerini yılmadan yorulmadan ve Allah'tan başka hiç kimseden korkmadan yazmaya ve haykırmaya devam ediyordu. Onun dirisinden korkan dönemin devrim yobazları, ölüsünden bile korkacak kadar pasif ve aciz kalmış; mezarının dahi bilinmesini istememişlerdi... Hasıl-ı kelam, her devirde; saray sultanlarına yağcılık yapan âlim müsveddelerinin aksine; onlara ve onların zulümle inşa ettikleri düzenlerine karşı Tevhidi bir duruş sergileyip haykıran amil âlimler de var olmuş ve kıyamete kadar da var olacaklardır inşaallah. Kalın iman ve amel-i salih ile efendim.