RAMAZAN SAYIKLAMASI

Yaklaşık üç hafta tam kapanma kararı alındı. On yedi gün dışarı çıkma yasağı var, dile kolay. İsrail’de maske şartı kalkmış, vatandaşların hepsi aşılanmış. İngiltere’de hayat yavaş yavaş normale dönüyor, Çin’de durum nasıl kimse bilmiyor. Bill Gates salgının iki bin yirmi ikiye kadar devam edeceğini söylüyor. Kim bu adam? Bilim adamı değil, idareci değil. Dünyaca meşhur bir zengin. Ama nerden biliyor bunu, daha doğrusu bütün bunları neye dayanarak söylüyor? İç içe sorular soru içinde. Kimin verdiği cevap doğru, orası meçhul. Bütün okullar kapalı, devlet daireleri kapalı, üniversiteler kapalı, kamu alanları kapalı. Esnaf, işçi, gündelikçi insanlar üç hafta neyle geçinecek, ne yapacak? Bunlar için düşünülen bir çare var mı? Mesela her aile başı iki bin lira verilse devlet fakir mi düşer? Kısmi sosyalizmi icra etmenin belki de tam zamanı. Zenginlerden bir miktar alıp fakirlere dağıtmak. Hangi zengin razı olur buna? Aslında devlet “sosyal devlet” olma özelliğini devreye sokarsa bunların hiçbirine ihtiyaç kalmaz. Kendisi vatandaşlarına annelik yapabilir. Kemal Tahir boşuna dememiş “Devlet Ana” diye. Böyle zamanlarda annelik yapmayacaksa ne zaman yapacak, bundan daha uygun bir zaman olabilir mi? Altın almış başını gidiyor. Dış politikada “değerli yalnızlık” haleti sürüyor. Salgın her tarafı kasıp kavuruyor. Uzaktan eğitimin verimi çok yetersiz. Çocuklar önceki öğrendiklerini de unutuyor. Tek yapabildikleri televizyona çizgi filmlere kilitlenmek. Dün parkta gezerken herkesin elinde koca bir cep telefonu, beş kişi yan yana oturmuş her birinin elinde telefon, birbirlerinden haberleri yok. Bir bankın üzerinde karşılıklı oturmuş iki genç kız kitap okuyordu. Çok şaşırdım, biraz daha bakmaya devam ettim, onlar da kitaplarını kapatıp telefonlarına daldılar. Yeni bir insan tipi çıktı ortaya: sanal insan. Birkaç kuşak sonra bu macera nereye evrilir, kimse kestiremiyor. Soykırım tartışmaları sürüyor. Her 24 Nisan aynı filmi izliyoruz. Haklı veya haksız olmak gerçeklere bağlı değil, güce bağlı. Güçlüyseniz hak sizden yana. Aksi durum “değerli yalnızlık” ile yetinmek. Ayşe Şasa’nın Delilik Ülkesinden Notlar’ını karıştırdım. Bir çılgın Şasa. Çağdaş bir dervişe. Dünyası Muhyiddin İbn-i Arabi, Muhyiddin Şekur gibi dervişlerle lebaleb. Her cümlesi bir alev topu. Teravihler gitti, cüz gitti, halavet az. Bu dünya yetmezmiş gibi cehennem var öte dünyada. Sadece kötüler ve zalimler için olda neyse ama inanmayan bütün iyiler ve erdemliler için de var. Akıl ve vicdan bütün iyilerin ve erdemlilerin cehennemden halas olup cennete girmeleri gerektiğini söylüyor. Ama dini metinler aynı şeyi söylemiyor. Akıl ve vicdanın kabul ettiği bir şeyi dini metinler neden kabul etmez? Müşkil bir soru bu. Te’vile kaçarsan çok cevabı var ama dürüst olursan tek cevabı var. Zaman, zemin ve düzlem değiştikten sonra gelen adalet adalet sayılır mı? Mesela Göbeklitepe’de on bin yıl önce ölmüş iki adam. Biri katil diğeri maktul mahşer günü uyandılar. Katil maktule “görüyorsun binlerce yıldır ölüyüz, ikimiz de kalktık, iş işten geçti artık ne olur hakkını helal et!” dese maktul ne diyebilir. Düzlemler değiştikten sonra gelen adaletin bir anlamı kalmıyor. Maktulun gözü önünde katili cayır cayır yaksalar, diri diri derisini yüzseler maktul açısından ne değişir ki. Değişmez çünkü düzlemler, zamanlar, zeminler değişmiştir artık.