TAKİYE

Olduğundan faklı görünmek. -Kaba olduğu halde, kibar ve zarif gözükmeye çalışmak. -Dindar olmadığı halde, dini bütün olarak gözükmeye çalışmak. -Bilgili olmadığı halde, bilgiliymiş gibi gözükmeye çalışmak. -Ürkek olduğu halde, özgüvenli gibi pozlar vermek. -Partisi, cemaati, takımı, derneği, akrabası, aşiretlisi söz konusu olunca “haklı haksız gözetmeden” onlardan yana olup, adilmiş gibi davranmak. -Anlamadığı halde, en iyi bir fehimle anlıyormuş gibi yapmak. -Ehil olmadığı halde, kendisinden başkasının o işi yapamayacağı tavrına bürünmek. -Sorumlu olduğu kurumun veya şirketin parasını harcarken, kendi parasına gösterdiği özeni göstermediğini gizlemeye çalışmak. -Yakınlarının bile kendisine güvenmediğini bildiği halde, itimat edilmenin vücut bulmuş haliymiş gibi gezinmek. -Nefret ettiği bir yolun ya da inanışın müntesiplerini görünce, kendisi de onlardanmış gibi gözükmeye çalışmak. -Siyasi veya ticari sebeplerle sokakta selamlaştığı, halini hatırını sorduğu kişileri, “gönülden gelerek” selamlıyormuş gibi yapmaya çalışmak. -Korktuğu için hakkı söyleyemediği kimseye, yüzden hürmet ediyor olmak. -Ortaya koyduğu bir başarısı olmadığı halde, atomu parçalamış edasıyla algı oluşturmaya çalışmak. -Savunduğu partisini gerçekten sevdiği için değil de, başka partide yer bulamadığı için savunmak. -Memuru olduğu kurumu veya amiri, iyi işler yapmasından dolayı değil de, sırf orada tutunabilmek ve belki daha yükselebilmek için övmek. -Başarılıyı, bilgiliyi, varlıklıyı kıskandığı halde arkasından yermeye çalışmak. -Maddi menfaat peşinde olduğu için uzaklaştırıldığı halde, uzaklaştıranlara dil uzatmak. -Sofrasına oturduğu kimseyi övüp, arkasından karalamaya çalışmak. -Konumu yükselen kişiyi sürekli arayıp sorup (belki kuyruğundan ayrılmayıp), konumu gidince oralı olmamak. Takiye…İşte bu! Ama bu kadar değil! Sayfalara, kitaplara, kitabelere sığmayacak kadar çeşitli ve iki yüzlü. Hatta ikiden çok fazla yüzlü. Gününü uzlet halinde geçirmeyenlerin her an şahit olabileceği kadar da maalesef yaygın.