AMBARGO-II

Katar' a uygulanan ambargonun en önemli nedeni; Filistin direnişine verdiği destekti. Bu ambargoyu uygulayanlar, açıkça bunu belirtmiş ve bu desteğin geri çekilmesini istemişlerdi. Suriye’yi iyice yakıp yıktıktan ve Suriye ile birlikte bir şekilde lehte ve aleyhte savaşa müdahil olan bölge ülkelerine de ciddi bir efor harcatan ABD; Kudüs'ü; İsrail' in başkenti olarak tanıma hamlesini yapmış ve büyükelçiliğini Kudüs'e taşımıştır. Birkaç ay sonra da; Arapça’yı resmi dil olmaktan çıkaran, Filistinliler’ in geri dönüş hakkını yok sayan, dünyadaki tüm Yahudilerin İsrail’e gelebileceğini ön gören, İsrail'i, başkenti birleşik/bütün Kudüs olan, neredeyse bütün Filistin toprakları ile birlikte bir Yahudi din Devleti olarak, Ulus devlet olarak kabul eden yasanın, İsrail tarafından, bir oldubitti ile çıkarılması sağlanmıştır. Elbette ki bundan sonraki süreç; Büyük İsrail' i kurma hedefine doğru gitmek. Siyonist, ırkçı, terörist bir yapının, kendisine İsrail adını takarak tahakkümünü sürdürdüğü Filistin topraklarında ve özellikle Gazze'de ambargonun her türlüsü yaşanmaktadır ve bu durum, yıllardır devam etmektedir. Bir ülke nüfusunun tamamı hapsedilmiş ve bu uygulama, küresel egemenlerden de destek almaktadır. Türkiye ve diğer bölge ülkelerinin, bu ambargoyu hafifletmeye yönelik çabaları zaman zaman olmaktadır. Nitekim Mavi Marmara davasından vazgeçme karşılığında, Gazze'de ambargonun sona erdirilmesi maddesi de vardı. Türkiye'nin öne sürdüğü bu şart, ne yazık ki uygulanmadı ve uluslararası gözlemciler; Gazze'de ambargonun devam ettiğini, hatta Mısır'a bağlanan tünellerin de büyük ölçüde devre dışı bırakıldığını belirtiyorlar. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ nin, Viyana'da varılan anlaşma ile 35 yıldan beridir ülkesine uygulanan ambargoların kaldırılacağı haberini verdiğinde, tarihler; Temmuz 2015'i göstermekteydi. İran, ulusal egemenliğin zedelenmesini göze alarak, P5+1 ülkeleriyle yaptığı anlaşmaya sadık kalmasına rağmen; ABD, uluslararası kuralları hiçe sayarak, bu anlaşmadan çekilmiş ve niyetinin üzüm yemek olmadığını göstermiştir. Bugünlerde İran'a kapsamlı bir ambargo uygulanmak istenmektedir. Ortadoğu'daki hakimiyetini güçlendirmek ve Ortadoğu'yu, en büyük oranda sömürebilmek için yarışanların başvurdukları bu yöntemler, sadece İran'a yönelik değildir. Uzun bir süreç, uzun planlamalar ve stratejik hesaplar eşliğinde, adım adım yürütülmüş ve bugünlere gelinmiştir. Bundan sonraki günlerde; Ortadoğu daha da ısınacak ve Ortadoğu ülkelerinin birbirleriyle kenetlenmesinin de işe yarayıp yaramayacağının belirsizleşeceği bir sürece girilecektir. Elli yıldan daha uzun bir süre, uygulanan ambargo ile en uzun ambargoya maruz kalan bir ülke olma unvanını kazanan Küba'dan sonra; kırk yıla yakındır uygulanan ambargodan dolayı ise İran, en uzun ambargo uygulanan ikinci ülke konumunda bulunmaktadır. Direkt veya dolaylı olarak İslam dünyası, yüz yıla yakındır çeşitli şekillerde ambargolara, baskılara, haksız rekabetlere, hegemonik ve orantısız uygulamalara tabi tutulmaktadır ve bu durum, bugün de devam etmektedir. Uygulanan ambargoların nedenlerine ve sonuçlarına bakıldığında; en tarafsız ve barış amaçlı görünen ambargoların dahi, egemenlerin lehine olduğunu ve zayıf ülkelerin uyguladığı ambargoların ise süreklilik arz etmediği ve ciddi sonuçlar vermediği görülmektedir. Ambargolarda çifte standart da söz konusudur. Örneğin; bugünlerde İran'a uygulanan ve nedenlerinden birinin, nükleer silaha sahip olabilme olarak gösterildiği kapsamlı ambargo; nükleer silahlara sahip olan başka ülkelere uygulanmamaktadır. Tüm bu ambargoların nedeni: Emperyal egemenlere itaat edilmesini sağlamak, onların bölgedeki piyonlarının güvenliği için bölge ülkelerinin kendilerini yok saymaları ve bölgedeki planları için kendilerini feda etmeleri, piyonlarına itaat etmeleri, onlara teslim olmaları, onların emrine girmeleri, kendi bölge kaynaklarını, halklarına değil; efendilerine aktarmaya devam etmelerini, bağımsızlaşmaya ve kendi kaderlerini tayin etmeye yönelik girişimlerini engellemek. Ortadoğu’ nun, İslam gibi bir medeniyetin temsilcisi olduğu ve bu durumun batıda giderek daha da anlaşılır bir hal almasının batı egemenlerinde oluşturduğu korku, çöken ve insanlığa artık söyleyeceği bir mesajı kalmamış olan Batı uygarlığıkarşısında İslam'ın, ciddi bir medeniyet alternatifi olduğunu ve tüm çabalara karşın, tüm örtülü operasyonlara, tüm toplumsal mühendislik faaliyetlerine rağmen bu durumun değişmemesinin oluşturduğu panik de bu ambargo ve baskıların önemli nedenleri arasındadır. Baskı ve ambargolara karşı; yerel takas tarzları, yerel para birimleri ile ticaret ve yerel finansal nakil yolları ve yöntemleri geliştirilmelidir. Bölge ülkeleri, hangi ülkeye karşı yapılırsa yapılsın; bu ambargolara karşı ve bu bölgede çıkarılmaya çalışılan ayrılıkçılık ve savaşlara karşı tek vücut olarak karşı durulmalı ve kenetlenmelidir. Nitekim İran’a, Kasım ayında, kapsamının daha da genişletileceği söylenen bir ambargonun uygulanmaya çalışılacağı ve Türkiye'nin de bu ambargoya destek vermesi Amerika tarafından şiddetle talep edilmektedir. Şuana kadar Türkiye'nin resmi açıklamaları, bu ambargoya destek vermeyeceği yönündedir. Türkiye, bu taleplere olumsuz cevap verirse, bunun nedeni; bu ambargolarla büyük oranda zarara uğramış olmasından ziyade; İran’ın ve Türkiye’nin, Batının bölgede uygulamak istediği planlar açısından aynı kaderi paylaşma noktasına geldiklerinin farkına varmış olması olacaktır. Katar, Suriye'de yürütülen savaşın başarıyla sonuçlanmayacağını ve yaptığı milyarlarca dolarlık harcamaya rağmen ufukta Suriye'nin direnişini kırmaya yönelik bir emare görünmediğini fark ederek; Suudi Arabistan, BAE ve diğer körfez ülkelerinin de destek verdiği koalisyona karşı mesafeli durmaya başlayınca; Suudi Arabistan ve BAE, Katar'a ambargo uygulamaya başlamış; gıda sıkıntısı baş gösterince; Türkiye ve İran, Katar’a el uzatarak, ambargoyu etkisiz kılmışlardı. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, çeşitli zor zamanlar, savaş ve ambargo dönemlerinde, bazı ülkelerin, çeşitli gelişmeler gösterdiğine, ihtiyacın ciddi bir şekilde kendini dayatmasından dolayı dışarıdan alamadığı bazı ürünleri üretmeyi başardıklarına şahit olmaktayız. Aslında geçen haftaki yazıyı kaleme aldığım saatlerde, henüz Türkiye ile ABD arasındaki ambargo ve yaptırıma dair restleşme süreci kamuoyuna yansımamıştı. 15 Temmuz darbe girişiminin faili olarak suçüstü yakalanan ABD ile Türkiye arasındaki gerginliğin nedeni, sadece ABD'de bulunan ve Türkiye tarafından darbeyi tertip ederler olarak nitelendirilenlerin iadesi talebinin karşılık bulmaması değil. İleriki süreçlerde Zarrab davası ve Halk Bankası Mahkemesi süreçleri, verilen kararlar gayri resmi de olsa yaptırım sürecinin başladığının en belirgin işaretlerinden biriydi. Ayrıca F 35’ler ile ilgili sürüncemeli bir süreci de bu bağlamda değerlendirmek mümkün… Dünyadaki üslerin % 95 ine sahip ABD, Trump başkanlığından sonra politik dili de umursamayan, farklı bir sürece girdi. Sadece kendisine rakip veya müttefiki olmayan ülkelere değil; aynı zamanda kendi müttefiklerine karşı da aynı üslubu ve dili kullanarak, haraç toplayan bir haydut görünümü sergiledi ve sergilemeye devam ediyor. Eğer şunu yapmazsan veya şunları şunları vermezsen; şunları şunları yaparım, gibi kabadayı bir uslup bu. Bu uslupla, uluslararası hukuku hiçe sayan bir gidişat başlatıldı. Rahip Brunson için kıyameti koparan ABD, Zarrap ve Halk Bankası davalarında Türkiye’nin uğradığı haksızlığı görmedi. Bu davalarla Türkiye’ye nasıl darbeler indirdiğini bildiği halde, Türkiye’yi eskiden olduğu gibi bu darbelerle terbiye edeceğini ve uzağa gitmesini engelleyebileceğini düşündü. Ancak, artık işler öyle yürümeyecek gibi, çünkü Türkiye, terbiye edilmeye yönelik her darbeye karşı öfkelenmektedir ve bunu açıkça ilan etmektedir. Hiç yetkisi olmadığı halde, Zarrap davasında ve Halk Bankası davasında Türkiye'yi mağdur eden, bu anlamda tamamen siyasi davranan ABD’ ye karşı, Türkiye'nin bir karşılık verme hakkı olduğu unutulmamalıdır. Üstelik Türkiye, bunu, hukuk içinde kalarak ve delilleri sunarak yapmak istemektedir. Türkiye'nin, doğu ve batı arasında dengeli bir politika arayışında olduğu izlenimi Bugünlerde daha çok göze çarpmaktadır. Türkiye, kimseyle dost veya düşman olmaktan çok; bağımsızlaşma ve kiminle, nasıl ve ne oranda ilişkiyi kuracağına kendisi karar verme arayış içerisindedir. Bu bakımdan Türkiye'nin doğu bloku ve özellikle komşuları İran ve Suriye ile iyi ilişkiler içerisinde olması çok önem arz etmektedir ancak Türkiye'nin İran'la ilişkileri ve Rusya'ya yaklaşması ABD’yi öfkelendirmektedir. ABD’nin bu tavrının, Türkiye'nin, ‘beka sorunumdur’ demesine rağmen; ABD'nin bunu hiçe sayarak Suriye'deki laik Kürt örgütlerine yaptığı büyük ölçüdeki yardımlarla, Türkiye tarafında oluşan güvensizliğin de payı büyüktür. Her ne kadar Türkiye’nin, bu güçlerin, Fırat'ın doğusuna geçmeleri noktasında ABD’ye yaptığı ısrarlı başvuruları büyük oranda sonuç verse de Türkiye, kendini orta vadede güvende hissetmemekte ve ABD ile ciddi anlamda bir güven bunalımı yaşamaktadır. Çünkü bu durum, Suriye'de, ABD'nin kafasındaki plan ile Türkiye'nin bekası sorunu algısının birbiriyle taban tabana zıt olduğunun da bir göstergesi. Bundan böyle ABD ve Türkiye ilişkileri tümden bozulmasa bile; eski seviyesinde de olamayacaktır. ABD, bir agresiflik göstererek; hem Türkiye'nin niyetlerini ölçmek, hem hala patronun kendisi olduğunu hissettirmek, hem de sürecin nereye gidebileceğine ve Türkiye'nin neler yapabileceğine dair ipuçlarını somut olarak elde etmek istemiş olabilir. Bu yüzden, bu kadar açık bir şekilde, Türkiye'ye resmi olarak baskı uygulamakta bir beis görmemiştir. Nihayet ABD iki bakanla ilgili aldığı yaptırım kararı ve F 35 leri geciktirme kararı hamleleriyle, tehditlerinin ilk aşamasını başlatmış oldu. Türkiye'yi aşağılayarak, hassasiyetlerini dikkate almayarak, Türkiye'deki iç hukuk sistemini hiçe sayarak, diplomatik nezaketten uzak ve Türkiye'yi sıkboğaz eden bir tavırla, Türkiye'nin teslim edecekse bile, bunu daha da zorlaştıran bir durum ortaya çıkmıştır. Ancak söz konusu tavrın ve sürecin, perde gerisindeki nedenlerinin, ABD'nin İran, Suriye başta olmak üzere, Türkiye'den, Ortadoğu ile ilgili istediği yeni rollere, Türkiye'nin direnmesi olduğunu bilmemiz gerekir. Türkiye’nin, ABD’nin İran’a uygulayacağı yaptırımlardan kendisini nasıl koruyacağının hesaplarını yaptığı bir süreçte, kendisinin de ambargo tehdidiyle karşılaşmasının altında, biraz da, İran’a uygulanacak ambargoyu tanımayacağını beyan etmesinin de bunun bir göstergesi. Böylece ABD, Türkiye ve İran arasında bir fark görmediğini de göstermiş; Türkiye ve İran’ın birbirlerine mecbur oldukları da ortaya çıkmış oldu. Keşke bu duruşlar, Libya, Yemen ve Suriye’ye müdahaleden önce sergilenmiş olsaydı… Sonuç olarak, ambargolar ve kuşatılmışlıkların, toplumları; direnme ve bölgesel aidiyet bilincini, egemenlere karşı dayanışma ve kendi aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakarak, yekvücut olarak, zorbalarla mücadele etme arayışlarına yönelme gibi sonuçlara götürmesi umulur.