KALABALIĞIN KABALIĞI

“Önemli olan korolara dâhil olmak değil kendimize has bir bakışa sahip olmak. Hikmetin birazda kalabalıklardan uzakta olduğunu anlamamız gerekiyor. Kitle olmanın uyuşukluğundan kurtulabilmemizin, gürültüden uzak kalabilmenin yolunun, kalabalığın niceliğinin yerine ben olabilmenin niteliğini ortaya koyan derinlikli bir zarafette olduğunu görmek gerekir.” (Sözü Yola Koymak) Yaşanılası hayatı şaşılası hale getirmek için ne büyük uğraşlar veriyoruz. Ne kadar da çok zorlaştırıyoruz hayatı. Ne kadar da çok şey biliyoruz, ne kadar da çok konuşuyor, ne çok itham ediyoruz…Zorlaştırdığımız yaşamın girdabında yalnızlaşıyoruz. Yalnızlığımız sükûnet sunmuyor, ferahlatmıyor, huzursuz kılıyor bizi. Genişletmiyor yüreğimizi. Zira insan yalnızlığında bile kalabalıktır bugün. Yaşam baştan ayağa bir kalabalığa dönüşüyor; sözün kalabalığı, ithamın, gürültünün, eşyanın, insanın kalabalığı sarıyor her yanımızı. Kendinden başka her şeye dikkat kesilmenin kalabalığını, kendinden başka her yere ve her şeye seyahatin kalabalığını yaşıyoruz. Sonuç: Dünya çok kalabalık, dünyamız çok kalabalık, insan çok kalabalık… Evet, herşeyde kalabalıktır yaşadığımız. Bu kadar kalabalığın arasında inceliği yitiriyoruz, güzelliği,zarafeti yitiriyoruz. İyiye dair ne varsa kalabalığa mahkûm ediyoruz. Yitiriyoruz... Kalabalığın kabalığını yaşıyoruz. Eşyanın, dünyanın insanın ve nihayet kendi kalabalığımızda kaba yaşamlar yaşıyoruz. Kalabalıklar arasındayız, o kadar kalabalık ki kendimizi bulamıyoruz. Gürültünün ortasındayız, konuşmalar uğultular homurtular arasındayız, kendi sesimizi tanıyamıyoruz… Sürekli olarak bir telaşı yaşıyoruz, uğraşıyoruz, koşturuyoruz, hızın ve hazzın çarkları arasında yavaşlayamıyoruz. Zaman kâfi gelmiyor, yaşıyoruz… Ne var ki; bizi bizden alan yaşamın, kalabalıkların, telaşın, gürültünün, uğultunun içinde hayat bulamıyoruz. Dahası kendimizi bulamıyoruz. Kendimizle baş başa kaldığımızda bile kalabalıklardan kurtulamıyoruz. Biteviye bir kaybolmuşluk duygusu peşimizi bırakmıyor. Hayatla bir bağ kuramıyoruz yaşam bize hayat sunmuyor… Kalabalıkların arasında mağlubuz bugün. Biz yokuz bu hayatın içinde, ben yok, bizim hayatımız, bizim hikâyemiz, bizim sesimiz yok. Kalabalıkların içinde kendimize ulaşamadığımız için hayatı kavrayamıyoruz. Kavrayamadığımız hayatın içinde kullandığımız kavramlar bizden uzaklaşıyor, sahih kılamıyoruz hayatı, kelimeler bizim değil. Bu yüzden huzursuzuz, bu yüzden eğreti hayatlar yaşıyoruz... Yabancılaşıyoruz, kalabalıklar arasında kayboluyoruz. Bizi hayata bağlayacak, bize yaşamı hayat kılacak, kendi sesimize, kendi hikâyemize, kendi kelimelerimize ulaştıracak bir ipe ihtiyacımız var.Ama ipimiz nerede, kendi ipimizle mi hayata bakıyoruz, yoksa başkalarının ipinden medet mi umuyoruz? Ne yapmalı; kalabalıklardan kurtulmalı, kabalıktan kurtulmalı, kendine dönmeli, kendini bulmaya yönelmeli. Her şeyden önce kendi kalabalık halinden kurtulmalı insan. “Kâl”denöte “hal”e ihtiyacımız var, sözden öte öze ihtiyacımız var, söylemden öte eyleme ihtiyacımız var... Sözün burasında, derde derman sadra şifa niyetine Gökhan Özcan’ın bize işaret ettiği “Açık Pencere”ye bakalım: “Bizim sözün bozuğuna, ayarsızına, ölçüsüzüne değil, bizi baştan ayağa olduranına ihtiyacımız var. Bizim kendimizde kaybolmaya değil, şu koca kalabalık içinde kendimizi bulmaya ihtiyacımız var.Bizim lafın cambazlığını yapana değil, her kelimesi bir yaraya merhem olan söz tabiplerine ihtiyacımız var. Bizim dünya kargaşasını büyüten değil, içimize sükûnet aşılayan söze ihtiyacımız var.”