DERDİ DAVASI/DAVASI DERDİ OLMAK

Serdengeçtinin ifadesiyle, altı-üstü bir ölüm değil mi? Ha yorgan da olmuş. Ha urganda ne fark eder! Evet, dava bedel ister, fedakârlık ve gayret ister!... Derdi davası, davası derdi olmayan fertler ve toplumlar; doğru bildikleri yanlışlardan, helal bildikleri haramlardan kendilerini muhafaza etmeleri mümkün değildir. Yaşadığımız modern çağın insanı, özellikle İslam coğrafyasının yeni nesli; batının liberalist yaşam tarzını referans aldıkları için; İslami şuurdan mahrum yaşadıkları gibi, İslâmî dava diye bir gaye ve dertleri de yoktur haliyle. Kapitalistleşmenin beraberinde getirmiş olduğu sekülerleşme ve tüketim hastalığı, başta inanç olmak üzere; fert ve toplumları maneviyattan uzaklaştırıp maddenin esiri haline getirdiğini inkar etmek mümkün değildir. Özellikle toplumun temelini teşkil eden ailenin, daha bidayetinde; Avrupai ve laçka bir düzenle kurulduğundan dolayı, toplum ve devlet arasındaki uçurumu derinleştirdiği gibi, huzursuzluğun yegâne sebebi haline gelmektedir. Mesela, adam çocuğunu evlendirmek için bir merasim tertipliyor, sonra davullu zurnalı bir ortamın oluşmasını sağlıyor, mahremiyet sınırlarını hiçe sayıp kadın erkek kolckola dans ediyor, üstüne üstlük yapmış olduğu kepazeliği savunacak kadar salya sümük kusmaya çalışıyor; haram olan davetine icabet eden yüzlerce kütük gibi herifler karı ve kızlarının oynamasını zevk ve keyifle seyrediyor, örf-adet adı altında işlemiş olduğu haramın, farkında bile değil geri zekâlı herif! Sonra gel bu gibi kütüklere İslâm davasını anlat, haram ve helâli öğretmeye çalış, yapmış olduklarının yanlış olduğunu tebliğ et; onları tövbeye çağır... Heriflere şaka gibi geliyor. Zaten herifin İslâmî dava diye bir derdi olsaydı, bu tür rezillikleri irtikap eder miydi? Adamda biraz kıskanma duygusu olsa, yabancı bir erkekle kol kola dans eden kızını karısını gönül rahatlığıyla seyredilebilir mi? Neyse, bu gün İslam ve İslam’ı dert edinen Müslümanlar garip, örselenen, örselenen, dışlanan ve gericilikle itham edilen konumdalar... Ne güzel ifade etmişti merhum bilge komutan Aliya Izzetbegoviç: Savaş ölünce kaybedilmez, düşmana benzeyince kaybedilir. Büyük davalar acılar içinde doğar, refah içinde ölürler; diye!... Evet, Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi, herkesin malım mülkün evlâdım dediği bir zamanda o; ah davam demişti. Çünkü hak erlerinin davaları öncelikli dertleri, dertleri de davaları idi. Seyyid Kutub, (r.alh) idama giderken, arkadan bir mısır Belamı Seyyid diye seslenir. Seyyid Kutub dönüp baktığında, dalkavuk herifin: Kelime-i şehadet getirmesini telkin ettiğini duyar. Seyyid Kutub: Sende tiyatroyu tamamlamak için geldin diyor ve ekliyor? biz bu kelime için ipe gidiyoruz; sense bu kelimeden ekmek yiyorsun der??? Ah davam, ah derdim; demediğimiz müddetçe, ne inançlı nesiller yetiştirebilir, ne de Müstebit zalimlerin zulmünden yakamızı kurtarabiliriz. İslam alemi olarak, davamız derdimiz, derdimiz davamız olmadığı müddetçe; VAHDET, uhuvvet, Hürriyet, din, can, mal akıl ve nesil emniyeti gibi hayati öneme haiz düsturların, toplumsal hayatta amir olmasını beklemek; solucandan diş beklemek kadar abestir. Çünkü, dünya ahiretin tarlasıdır, neyi ekersek onu biçeriz; nebevî uyarıyı dikkate almadan, davasız, dertsiz ve idraksiz yasamak; belhüm adel sıfatına sahip gayesizlerin mesleğidir... Hani, Pakistan hacıları hacdan dönerken, Muhammed ikbal i ziyaret edip ona hurma, zemzem ve takke hediye götürmüşlerdi. Dertli şair Muhammed İkbal onlara: hediyeleriniz için sağ olun var olun. Ancak, keşke oralardan; Hz. Ebu Bekir’in sahavetini, Hz. Ömer’in adaletini, Hz. Osman’ın haya ve edebini, Hz. Ali’nin ilim ve cesaretini getirmiş olsaydınız da onlara Pakistan’ı inşa etseydik diye sitemini dile getirir... Çünkü hurmalar yenir tükenir, zemzem içilir biter, takkeler giyilip eskir ama; zikredilen meziyetler ise toplumları birleştirip ayakta tutan; temel sütunlardır. Rabbim davamızı derdimiz, derdimizi davamız eylesin. Kadirşinaslıkla efendim.