DİNİ AKILLA ÖLÇMEK

İnsan akıllı bir varlıktır. Yüce Allah, diğer canlılardan farklı olarak insanı, bütün Esma-i Hüsnâ’sının tecelli ettiği kapsamlı bir varlık olarak yaratmış ve akıl cevheri bağışlamıştır. Kâinatı bir ağaç gibi düşünürsek, onun en kapsamlı meyvesi insandır. Kur’an’da muteaadit ayetlerde “Tebârekellâhu ahsenu’l-Hâlıkîn: En güzelini yaratan Allah’a tebrikler olsun!” buyruğuyla insanı yarattığından ötürü kendini tebrik etmektedir. Akıl bir mikyastır. Bu itibarla akla uygun düşmeyen şeyler, insan için uygun değildir. Nefsin, yanılma kusuru bulunan duyguların yahut sinsi şeytanın etkisinde olmayan mutlak objektif bir akıl, asla dinin hükümleriyle çelişmez. Akıl Allah’ın eseri, din de Allah’ın kanunları olduğundan bu ikisinin birbiriyle çelişmesi mümkün değildir. Dikkat edilirse, dinin bütün emirlerinin yerine getirilmesi için konulan şartların en başında “âkil-bâliğ (akıllı ve ergenlik çağına gelmiş) olmak şartı bulunmaktadır. Bu da dinin ancak aklı muhatap aldığını göstermektedir. Kur’an-ı Kerim, kâfirlerin cehenneme atılırken, “Eğer (peygambere) kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateş ashabından olmazdık.” (Mülk, 10.) diye dert yanacaklarını haber vermektedir. Ayetteki “na’kılu: akletseydik” ifadesi, dinin kurallarının akılla anlaşılabileceğinin, akla uygun olduğunun açık bir kanıtıdır. İnsanda akıl bulunduğu için, elbette her duyup öğrendiğini, hatta gördüğünü akıl ölçüsüyle ölçecek, akla uygun olup olmadığını sorgulayacaktır. Bu aklın şanındandır. Dinin ahkâmını, ayetleri, hadisleri akılla anlamaya çalışmak, ölçmek, hikmetlerini bulmak, onlar hakkında tefekkür etmek, gereklidir; imanın tatmininde ve artmasında etkilidir. Ancak bunu sağlayacak olan akıl, şeytanın yönetimindeki nefis ve duyguların esiri konumunda olup gerçek işlevini yitirmiş olan akıl değildir, hiçbir etki altında bulunmayan tamamen özgür düşünebilen akıldır. İşte vahyin muhatabı böyle bir akıldır ki İslamî literatürde buna “akl-ı selîm” denir. Dini hükümleri akıl açısından sorgulayan, güya akıl dışı hiçbir uygulaması bulunmadığı izlenimi veren nice insanların tamamen akıl dışı bazı tutum ve davranışları da gözden kaçmamaktadır. Ziya Paşa’nın şu beyti bu tür insanlara gayet uyumlu gelmektedir: Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde. Yani: “Onlar ki lafla dünyaya düzen verirler, oysa onların evlerine bin türlü düzensizlik bulunur.” Ayetleri, hadisleri ve âlimlerin açıklamalarını aklıyla ölçmeye çalışan, “efendim bu akla uygun değil” diyerek yetersiz bilgisiyle, eksik aklıyla din büyüklerine karşı ukalalık ederek eleştirmeye kalkışan bazı şahıslar, akıl ve mantık dışı tutum ve davranışlar içine girebiliyorlar. Örneğin hiçbir akli gerekçesi hatta menfaat dayanağı bile bulunmadığı halde tuttukları oyun takımını eleştirisiz kabullenebiliyorlar. Bu konuda hiçbir sorgulamaya da çalışmıyorlar. Kendisiyle hiçbir bağı bulunmayan, hiçbir çıkarı da olmadığı halde hiçbir mantıklı gerekçesi yahut açıklaması da bulunmayan bir teşkilata, bir harekete veya bir organizasyona en üst düzeyde bir bağlılıkla sorgusuz ve körü körüne bağlandıkları halde, dini değerleri akıl açısından değerlendirmeye, kıt akıllarıyla sorgulamaya çalışmaları hazmedilmez bir akılsızlıktır. Dinin hükümlerini, kaynaklarını, değerlerini aklıyla ölçmek ve sorgulamak isteyen kimsenin şu üç özelliğe sahip olması gerekir ki bu isteği makul olsun. Birincisi: öncelikle aklını sorgulaması gerekir. Acaba aklı objektif olarak hiçbir etki altında kalmadan işlevini yapabiliyor mu? Nefis ve duygularının baskısı altında mı, değil mi? İkincisi: akıl dışı tavır ve davranışlarının bulunmaması gerekir. Üçüncüsü de: dini gerçek mahiyetiyle anlamış olması gerekir. İşte bu vasıflara sahip kimsenin sorgulaması, makuldür. Ama nefis ve şeytanın dine karşı düşmanlığının dayatmasıyla yapılan sorgulama yanlıştır ve haksızlıktır. Böyle bir sorgulama değersizdir, dikkate alınmaz.