18 ARALIK ULUSLARARASI GÖÇMENLER GÜNÜ VE SURİYELİ 'MİSAFİRLERİMİZ'

Mülteci sorunu insanlık tarihi kadar eski ve hala daçözülememiş bir sorun. Peki mülteci kimdir? Sığınmacı, göçmen, mültecistatüleri hukuk açısından ne anlam ifade eder? Uluslararası hukuk açısından bunasıl tanımlıyor? 1951 tarihli mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin sözleşmeve mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin 1967 protokolü; uluslararası alandamülteci hukukuna ilişkin en temel belgelerdir. Yine İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 14'nci maddeside; "herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınmaolanaklarından yararlanma hakkı vardır" şeklindedir. Burada, kendi isteğiyle ülkesinden ayrılan (göçmen) dışında–ki onların da çeşitli hakları vardır- sığınmacı (savaş, baskı vd zorunlunedenlerle başka ülkeye sığınmış ancak sığındığı ülkede iltica başvurususonuçlanmamış kişi) ile mülteci (iltica başvurusu kabul edilmiş kişi) lerinhaklarından bahsedilmekte ve sığındıkları ülkenin sorumluluklarındanbahsedilmektedir. Dolayısıyla mülteci, sığınmacı ve göçmen denildiğinde;uluslararası hukuka göre üç farklı statüden bahsetmiş oluruz. Buna göre Mülteci; "ırkı, dini, milliyeti, belli birsosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceğikonusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusunedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi" olaraktanımlanmaktayken, mültecilere; uluslararası anlaşmalarla özel statü ve hukukikoruma sağlandığının altı çizilmiş oluyor. Örneğin Almanya’nın para vererekülkesindeki mültecileri kendi ülkelerine dönmeye zorlaması bu bakımdan gayrihukuki, gayri insani, gayri ahlaki ve onur kırıcı bir politika olarakvasıflandırılabilir. Henüz bu korumadan faydalanamayanlar ise “sığınmacı"olarak nitelendirilirken; sığınmacı ise mülteci olarak uluslararası korumaarayan ama henüz statüleri resmi olarak tanınmamış/mülteci durumuna gelememişkişileri ifade ediyor. “Göçmen” ise, ülkesinden ekonomik veya diğer bazı nedenlerlebaskı ve savaş gibi zorlayıcı nedenler dışında yani gönüllü olarak ayrılan kişiolarak tanımlanmakta. Mülteciler konusunda çalışma yürüten örgütlerin başında BMMülteciler Yüksek Komiserliği var. 14 Aralık 1950'de BM Genel Kurulu tarafından kurulan örgüt;dünya genelinde mülteci sorunlarını çözmeye çalışıyor. Fakat kalıcı çözümlereulaştığını söylemek güç. BM’nin destek ve teşvikleriyle, her yıl birçok ülke, göç vegöçmenlerle ilgili ulusal ve uluslararası kuruluş ve STK’lar tarafından 18Aralık’ta kutlanan Uluslararası Göçmenler Günü; göçmenlerin yaşamları vesorunları konusunda bir farkındalık oluşturmayı hedeflemekte. Dünyanın bir çok yerinde yaşanan acı olaylar karşısındakiduyarsızlık ürkütücü boyuttadır. Arakan'da, yaşanan soykırım ve Yemen'dekiinsanlık trajedisi karşısında dünya adeta ölüm sessizliği yaşamaktadır. Devam edenlerin dışında, yeni savaş ve gerilimlerin kapıdaolduğu bölgemizde uluslararası Göçmenler Günü de geldi geçti. Bu vesileyle geçde olsa göçmen, mülteci, sığınmacı her ne denirse densin, çoğu zulüm, coğrafi,siyasi ve ekonomik nedenler ve savaşlardan kaçan, yaşama ümidini kaybetmemekadına yollara düşen ve sayıları her geçen gün artan mazlum sınıflardanbahsetmek istedim. BM’nin 2010 yılı verilerine göre Dünya çapında 214 milyoniken; 2017’deki açıklamada; son 17 yılda bu sayının yüzde 49 artarak 258milyona ulaştığı belirtilmekte. Bu konudaki çok yönlü araştırma ve raporların sayısı haylifazladır. Ancak biz, özellikle hala bizim için orta yerde duran ve yüreğimiziyakan Suriyeli sığınmacılar bağlamında kalmaya çalışacağız. ABD ve batının, Suriye’de 15 Mart 2011 tarihinde başlattığı;İran üzerinde çemberi daraltma ve teslim olmayan direniş unsurlarını saf dışıbırakmaya yönelik uzun süreli yıkım harekatı, alan genişletilerek devametmektedir. Gerek bu harekatın demografik planları gereği gerekse desavaşın getirdiği çaresizlikten dolayı, savaş başladığında nüfusu 23 milyonolan Suriye’nin, savaşın ilk üç yılındaki verilere göre; 7 milyonun üzerindeinsan ülke içinde, 3 milyonun üzerindeki insan ise ülke dışında olmak üzere,nüfusunun yarısı göçmen durumuna düşmüştür. Şimdiki rakamlara göre ise; sadeceTürkiye’de 3.5 milyon Suriyeli yaşamakta, 1 milyon insanın da savaşta hayatınıkaybettiği artık sık dillendirilen verilerden… Türkiye her ne kadar, insanlıktan ve yardımseverliktenbahseden söylemlerle bu yükü sırtladığını söylese de, bunda gerçeklik payı olsada; madalyonun diğer yüzünün hiçte iç açıcı olmadığı söylenebilir. Türkiye'ninde dahil olduğu ve kısa süreceği hesaplanan planın sığınmacılar kısmında kapalıkapılar arasında yapılan sözleşmelerin gün yüzüne çıkmasını beklemeliyiz. NedenTürkiye’yi bu savaşa ikna edenler, sığınmacılar konusunda kendi ‘değerlerini’hiçe sayma pahasına, beyinleri –ki bunlar az sayıdadır- alıp Türkiye’yisığınmacılarla baş başa bıraktı? Kamuoyunun sonradan öğrendiği 3 milyar Euro,neden AB tarafından Türkiye’ye verilmedi? Bu sığınmacıların Türkiye’dekonuşlanması için başka parasal anlaşmalar da yapılmış mıydı? Gibi sorular,belki de savaş sona erdiğinde daha net cevaplanabilecek. Görülmekte ki AB, bu sorunu kendi sınırları dışında tutmayaözellikle önem verdi. Hiçbir insani değeri ve insan haklarını hatırlamadı veuygulamadı. Türkiye’ye ücretli bir taşeron muamelesi yapmak istedi. Şimdi kısaca, mülteci ve sığınmacı kavramların hukukimahiyetinden bahsedelim. Çünkü, bu sınıflandırmalar, onların statülerinin vehaklarının ölçütü. Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin ilk düzenleme, 1951Cenevre Sözleşmedir. Buna göre mülteci; “Irkı, dini, tabiiyeti, belli birtoplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulmeuğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışındabulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korkunedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylarsonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veyasöz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her kişi” olarak tanımlanmaktadır. Türk hukuk sistemindeki mülteci tanımı BM sistemindekitanımdan biraz farklıdır. 1967 protokolünden farklı olarak Türk hukuksisteminde bir de sığınmacı kavramı vardır. Türkiye 1967 protokolünün birincimaddesine çekince koyarak coğrafi sınırlamada bulunmuştur. Mevzuata göre ise mülteci; “Avrupa’da meydana gelen olaylarsebebiyle ırkı, dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veyasiyasi düşünceleri nedeniyle takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu içinvatandaşı olduğu ülke dışında bulunan ve vatandaşı olduğu ülkenin himayesindenistifade edemeyen veya korkudan dolayı istifade etmek istemeyen ya da uyruğuyoksa ve önceden ikamet ettiği Sığınmacı ise; ırkı, dini, milliyeti, belirlibir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle takibatauğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu ülke dışında bulunanve vatandaşı olduğu ülkenin himayesinden istifade edemeyen veya korkudan dolayıistifade etmek istemeyen ya da uyruğu yoksa ve önceden ikamet ettiği ülkedışında bulunuyorsa oraya dönmeyen veya korkusundan dolayı dönmek istemeyenyabancı olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda, Türkiye’ye iltica edenler, mültecistatüsüne sahip olabilmek için; giriş yaptıkları il valiliğine müracaat ederekbu müracaatlar içişleri bakanlığı tarafından karara bağlanması gerekli. Bu tanımlamalara göre mülteci; Avrupa’dan gelen mültecikriteri taşıyan kişileri, sığınmacı ise Asya ve Afrika’dan gelen mültecikriteri taşıyanları ifade etmekte. Kısacası mülteci; hukuken statüsü kabuledilmiş bir yabancı anlamına gelirken; sığınmacı, mültecilik statüsü incelenenve bu sebeple kendisine geçici koruma sağlanan kişi anlamına gelmektedir.Sığınmacının da incelemesi bitene kadar ülkede ikametine izin verilir vesığınmacı ülkede bulunduğu sürece asgari düzeyde sosyal yardımlardanfaydalandırılır. Bu hakları mevcuttur. Mülteci/sığınmacı sorunu hepimizin sorunudur. Türkiye halkıve hükümeti, Suriyeli sığınmacılarla ilgili, imkanları ölçüsünde elinden geleniyapmış ve yapmaya devam etmektedir. Ancak, sığınmacıların, yoğun olduğuillerde, halkın, sığınmacılardan dolayı uğradığı haksız rekabeti ve ilkzamanlarda meydana gelen bazı sosyal ve ahlaki sorunlarda ciddi aksaklıklarıönleyememiştir. Bu konuda Türkiye STK’ları, büyük işlere imza atmış, özellikleİHH, hiçbir ayırım yapmadan yardımlarda bulunmuştur. Bin günü aşkındır Suudiler tarafından bombalanan Yemen içinaynı şeyi söylemek mümkün değil tabi. İl olarak, en çok Suriyeli barındıran Urfa takdiredilmelidir. Türkiye’deki kamplarda bulunan Suriyelilerin durumu diğerülkelerdeki örneklerle karşılaştırıldığında iyi olmasına rağmen, sığınmacılarıntüm sorunları halledilmiş değil. Kamp dışındakiler için ciddi yaşam zorluklarıdevam etmekte. Çeşitli nedenlerden dolayı kamp dışında yaşamak isteyenlerinsayısı çoğalmakta. Bunlar kalabalık evlerde ikamet etmekte. Kimisi artık buradakalmayı planlamakta, kimisi mesleğine yönelik işlerde çalışmakta veya işyeriaçmakta. Ancak parasız kalanlar, piyasa şartlarının hayli altında ücretlerleçalıştırılarak emekleri sömürülmektedir. Yine bunlara yönelik linç girişimlerive kolayca suçlama gibi yaklaşımlar azalmış olmakla beraber devam etmekte.Kısacası onlarla bir bütün olamadık, anları bir parçamız, bir vatandaşımız, birkomşumuz mesabesinde onları yönünde yeterli ilerleme sağlayamadık… Batı, ülkelerine saldırmak istediği zaman; komşumuzasaldırmanıza razı değiliz diyemedik ve onların planlarına hayır demedik. Suriye savaşı, batının gerçek yüzünü bir kez daha gün yüzüneçıkardı. Batı ile hareket etmemizin acı sonuçlarıyla karşılaştık. Geri kabulanlaşmasını, çelme takmaları, denizlerde boğulmaları, kaybolanları, organ vefuhuş çetelerinin eline düşenleri ve her türlü istismara uğrayanları… Neyse ki savaşı bitirmeye yönelik çabalar arttı. Türkiye,İran ve Rusya’nın oluşturduğu irade somut sonuçlar vermeye başladı. Önümüzdeuzun bir süreç olmasına rağmen oluşan mekanizmanın bu sorunu da önceleyeceğiniumarız. Tabi ABD ve batının çıkardığı engelleri aşılabildiği oranda. Mülteci olarak en çok mağduriyet yaşayan halklardan biri dehiç kuşkusuz Filistin halkıdır. İsrail terör devletinin kurulmasıyla başlayan,bir ülke halkının tedrici sürgünü ve giderek küçültülüp yok edilmesi istenenFilistin de insanlığın temel sorunudur. 21 Aralık 2017 tarihinde, BM'nin ABD'nin Kudüs kararınakarşı gösterilen tavır ve alınan kararla ilgili de söylenebilecekler var. Bunlardan biri ABD yayılmacılığı ve terörünü durdurmayayönelik küresel bilincin fitilini ateşlemeye yönelik bir kıvılcım olabileceğinedair umut... Ancak bu kararın daha öncekilerden farkı, bunun dauygulanmayacak olması değil; Türkiye’nin öncülüğünde gerçekleştirilmişolmasıdır. Bu karar; Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak görmekteyken;Batı Kudüs’teki İsrail işgalini meşrulaştırmakta ve tanımaktadır. Dolayısıylabu kararın bir zafer olarak algılanması eksik ve yanlış bir değerlendirmedir.