TOPLUMSAL GÖRGÜ
Toplumları birbirinden ayıran en önemli olgulardandır görgü. Tarihe bakıldığı zaman, iç huzura sahip milletlerin toplumsal olarak görgülü bir ekseriyete sahip oldukları görülecektir. Görgülü olmayan toplumlarda da tam aksine karmaşa ve huzursuzluk hakimdir. Mesela ortaçağ Avrupa’sına baktığımızda birbirinden şiddetli iç huzursuzluklar görürüz. Ahalinin asgari görgüden dahi uzak olduğunu, adab-ı muaşeretin zerresine sahip olmadığını göz önüne alınca, yaşanan iç sıkıntılar ve katliamların tesadüf olmadığı net biçimde anlaşılır. Bu pervasız tutumların menfi etkisi sadece kendi içleriyle sınırlı kalmayıp, akraba milletler arasında da Yüzyıl Savaşları gibi anlamsızca büyük ve uzun süren düşmanlıklara sebebiyet vermiştir.
Tüm bu insanlık dışı muamelatın cereyan ettiği çağda, ecdadımızın hükmettiği coğrafyalarda huzur ve refah sürmekteydi. Osmanlı toplumundaki “yüksek görgü ve medeni tutum” ile “devletteki adil yönetim” birleşince, başka milletlerin gıpta ile baktığı bir imparatorluk haline gelmiş olmamız çok tabiiydi.
Nitekim meşhur bir vakıada İstanbul’da başta Grandük Notaras olmak üzere birçok Bizanslı kilisenin birleşerek “şehrin Latin işgaline geçmesi yerine Türk hakimiyetine geçmesinin tercih edildiği” tarihçiler tarafından kayıt altına alınmıştır.
Takdir edilecektir ki; görgülü olabilmenin tartışmasız ilk ve en önemli basamağı ailedir. Genellikle bu basamağı ihmal eden toplumlar ve bireyler, hakkıyla tekamül edememektedir. Aile ile birlikte ilköğretimdeki muhataplarla etkileşim de birey için hayli belirleyicidir. Bunların dışında ikinci ve üçüncü derece akrabalar, yaşanılan muhit ve arkadaşlarla münasebet ise bireyin ilk iki basamakta edindiği görgü ile genellikle paralellik göstermektedir. Yani ailede atılan temel, gelecek için hayli belirleyici olmaktadır.
Her bir toplumun kendine has görgü seviyesi olsa da, toplumun içinde birbirinden farklı seviyeler de temayüz etmektedir.
İnsan yaşamındaki en önemli regülasyonlardan olan görgü kavramı öylesine geniştir ki; iş yapmayı, yazışmayı, konuşmayı, susmayı, gülmeyi, giyinmeyi, yürümeyi, koşmayı, seslenmeyi, araç kullanmayı, sevinmeyi, tepki gösterme biçimini kısaca “adab-ı muaşereti” top yekun içerisinde barındırır.
Ayrıca bireyin şahsiyetine etki eden seçimlerinde doğruya isabet edip etmemesi de görgü seviyesinde saklıdır. Davranış alternatifleri çok ince çizgilerle birbirinden ayrılmaktadır. Bunları “benzeş zıtlıklar” olarak da tanımlayabiliriz.
Benzeş zıtlıklar; “birbirine çok benzeyen” fakat “sosyolojik olarak birbirinin tam tersi” etki bırakan hususlardır. Birkaç örnekle daha net anlayabiliriz;
Kişinin,
-“Medeni cesaret sergileyeceğim” diye “yüzsüzlükle” hakkını savunmaya kalkışması,
-“Tutumlu olacağım” diye “cimrilik” etmesi,
-“Cömert olacağım” diye “savurgan” davranması,
-“Vakur ve kendinden emin bir duruş sergileyeceğim” diye “kibre” bürünmesi,
-“Mütevazı olacağım” diye “eziklik içinde” davranması,
-“Cesur gözükeceğim” diye “zulüm” etmesi,
-“Korkak demesinler” diye “saygısızca” davranması,
-“Hürmet edeceğim” diye “riyakarlık veya yalakalığa” sapması ve bunun gibi daha bir çok davranış biçimi “benzeş zıtlıklar” olarak sayılabilir.
Sıraladığımız bu “benzeş zıtlıklar” yukarıda da bahsettiğimiz üzere; sahip olunan “görgünün verdiği kabiliyet” ölçüsünde ayırt edilebilir. Ayırt edememek veya birçok davranışta menfi alanda yer almak, seviyenin eşik altında olduğunu göstereceği gibi, bireysel ve toplumsal alanda da ciddi sorunları beraberinde getirmektedir.
Ferasetli kimse odur ki;
İçinde bulunduğu topluluğun görgü ortalaması üzere temayül göstermesi bir realite olarak gözükse de, “evrensel ilkeler” çerçevesinde “sağduyulu davranış biçimi içerisinde muamele etme ödeviyle mükellef olduğunu bilir” ve bu yönde inisiyatif kullanarak, içinde bulunduğu toplumun ortalama görgü seviyesini bile yukarıya çeker