DAVA ŞUURUNU KUŞANAN NESİLDEN MİRAS YEDİ BİR NESİLE

İslam’ın irfan ve hikmet geleneğinden ilham alan nesiller, toplum ve devletler; yaşadıkları her çağda ve her dönemde, muzaffer olmalarının biricik nedeni, onların, her zorluğa rağmen değer yargılarından ödün vermeden aidiyet duygularını zinde tutmalarıydı. Yani, İslam’i kimliklerinden, şahsiyet ve sadakat bilinçlerinden, yaşadıkları dönemin zorlukları karşısında eğilmeden, bükülmeden,savrulmadan inançlarınıngereği olarak, ilke ve düsturlarını savunarak onları muhafaza ve müdafaa etmeleriydi… İslam’ın şiarları doğrultusunda ilk eğitimlerini alıp, dava mirasını kuşanan Saadet asrının ilk nesli, İnançlarıyla çelişen ve çatışan her ne varsa, ellerinin tersiyle itmekle ayaklarının altına almak konusunda, hiç tereddüt göstermeden idealist bir ruhla dava şuurunu kuşanmışlardı. Yüce Allah onların bu kararlı ve onurlu duruşlarından dolayı, maddi birçok kıt imkânlarına rağmen; onlara,kısa bir zaman zarfından sonra, başta Arap yarımadası olmak üzere, İran ve Rum diyarlarına varıncaya kadar fetih ve zaferlerinkapılarını açmalarını nasip etmişti. Evet, onlar miras yedi bir nesil değil; tam aksine onlar, zifiri karanlığa esir düşmüş bir çağın, putperestliğin kıskacında can çekişen bir toplumun, Adalet ve insan onuru adına neredeyse emarelerin kalmadığı bir zaman diliminde; Allah’ın elçisinin kurtuluşa çağıran evrensel davetine icabet etmiş ve bu kutsal davayı adeta azı dişleriyle sıkı sıkıya muhafaza ederek zirveye taşımayıbaşarmışhayırlı bir nesildi… Zira onlar, kimi zaman, evlatlıktan ve mirastan reddedilmeye aldırış etmeyenbir Mus’ab, kimi zaman kızgın kumların üzerine yatırılıp göğsünün üzerine kaya parçası konulup işkenceler altına EHED EHED… Diye müşriklerin yüzüne haykıran bir Bilal,kimi zaman mübarek vücudu kızgın demirlerle dağlandığı halde imanından dönmeyen Habbab İbn-i Eret; bazen de ölesiye ve şuurunu kaybeden kadar dövüldüğü için, müşriklerin istediği bazı kelimeleri telaffuz ettiği için ağlayarak Efendisinin huzurunda kalbim imanla mutmaindir ya Resulullahdiyerek “Efendiler efendisinin onun hakkında: “İman Ammar ’ın etine ve kanına işlemiştir diye tarif ettiği İslam’ın ilk Şehidleri Yasir ve Sümeyye’nin biricik oğlu Ammar; Kimi zaman da birer Ömer ve Hamza idiler… (r. anhüm) Dolaysıyla onlar, İslam davasının kutlu mirasını kuşanıp; kanlarının son damlasına kadar müdafaa eden kutlu bir asrın, ilahi taltiflerle yâd edilmiş vefa ve takva ehli bir nesildi. Günümüzde Modernleşme adı altında batı ve batıl menşeli olan bir sürü örf, adet ve anane insanın/insanlığın ne kadar değer yargılarıvarsa hepsini kökten bozmaya yönelik olarak ihraç edildiği için; kendini bu yabancı rüzgârın akışına kaptıran nesiller/toplum ve devletler, ecdatlarının kendilerine emanet ettikleri mirası bu gün sahiplenmekten hem aciz hem de çağın aldatıcı çağrıları karşısında eziklik kompleksine düşmüş vaziyetteler. Vel hâsıl, dava mirasını elden ele emanet edip,bin bir zorlukla bu günlere taşıyan ecdatlarının mirasının başına birer miras yedi olarak konduk/kondular…Sonra da uğrunda hiçbir bedel ödemedikleri bu mirasın, İslam ve insanlık düşmanlarıtarafından talan edilmesine göz yumup sadece seyretmekle yetindiler… Helal Haram hudutlarına riayet etmediler, İslam’ın yasakladığı ne kadar söylem/eylem varsa; sebep sonucunu araştırmadan, kar ve zararını hesaba katmadan, maddi ve manevi boyutu hakkında malumata erişme zahmetine girişmeyi gerekli görmeden, birçoğunun üzerine balıklama atlamakla, önce heybetlerini daha sonra da şahsiyet ve aidiyetlerini kaybettiler. Şöyle diyordu davasının dertlisi olan güzel adam M. Akif İnan: “Bir Müslüman, etrafını çevreleyen bütün İslam dışı şartları toptan reddetmedikçe, onun İslam’la ilgisi dar sınır içinde kalmış demektir. Hz. Peygamber (s.a.v) nasıl ki Cahiliyyeye ait ne varsa hepsini ayağının altına alarak işe başladıysa, Müslüman da Batı kökenli olan her şeyi redle işe koyulmalıdır.”(Mirası kuşanmak. M. Akif İnan Sh: 119,120) Evet, dava şuuru, Mirası kuşanma bilinci; batı ve batıla ait ne varsa hepsini “LA İLAHE” ile inkâr ve reddetmekle yükümlüdür… Yoksa kuru kuru dava ve ülkü savunma iddiası, karşılığı olmayan ve suyun üzerine yazılan yazı misali anlamsız ve okunaksız kalmaya mahkûm olmaz mı?… Yirmi birinci yüz yılda, her yönüyle sıçrama yapan teknolojinin icadı olan eserler; insanın hayatını bir nebze kolaylaştırdıysa da, diğer taraftan insanı yalnızlaştırdı, mutsuz kıldı, sosyal hayattan tecrit ettirdi; manevi anlamda ise daha büyük felaketlerinbaşına gelmesine yol açtı.Hayâ, edeb, ar, saygı ve sevgi, büyüklere hürmet, ana babaya itaat, küçüklere şefkat gibi hassasiyetlerin çoğu kayboldu…Hal böyle olunca, heva ve heveslerinin peşinden gidenve arzularının kendilerine sevdirdiği sanal ve yalancı bir dünyanın çıkmazında yaşamaya mahkûm hale geldiler… Şimdi miras yedi nesil derken, şunu kastediyoruz. “Çılgınca yaşayan, kural ilke tanımayan, ömür sermayesini hovardaca israf eden; tarihini, aidiyetini unutan; ama çağın sapkın ideolojilerinin birer papağanlarıgibi nara atmaktan başka hiçbir marifeti olmayan mirasa kondu/miras yedi bir nesli kastediyoruz… Mesela bazı şeylerin içini o kadar boşaltılar ki, misal olarak; başları örtülü olduğu halde fakat altlarının örtüsüzlüğü konusunda şuurları kayba uğramış gencecik ve evlenme çağındaki kızlar; Nene hatunların, kara Fatmaların bırakmış oldukları yerden, dava mirasını bırakın devam ettirmeyi, tarumar eden böyle nesil, dava şuurunu kuşanan o nadide insanların mirasçıları olabilirler mi? Eğitim müfredatları batı menşeli, giyim kuşam batılı, yaşam biçim biçimi Paris modacılarından referanslı, söylemleri yerli, eylemleri yabancı bir nesil, İslam davasının mirasını kuşanan değil; var olan mirasa konanve mirasın kaybauğramasına sebepolan bir nesildir…. Bu konuda, hasbel kader hepimizin payı ve hatası vardır… Dua ile. 16 Mart 2020.