YABO HECİ

Yıl: 1911. Soğuk mu soğuk bir kış günüydü. Tuhup’ta şiddetli ve bıçak gibi keskin bir fırtına esiyordu. Herkes evine çekilerek sobanın etrafına sinmiş, ısınmaya çalışıyordu. O geniş vadi ve etraftaki koca dağlar fırtınaya teslim olmuştu. Dağlar bile kendilerini büzmüştü. Sahili vuran dev dalgalar gibi fırtına dalga dalga evleri dövüyordu. Kulaklara çarpan uğultusu ürkütücüydü. Tuhup’lu Davut Koro, eşi ve 10 yaşındaki biricik oğlu Abdulkadir’le birlikte tek odalı evlerinde sobanın etrafında sus pus olmuş ısınmaya çalışıyorlardı. Davut, bugün-yarın bekledikleri ikinci çocuğunun doğumunun kolaylık ve selametle olması için kısık bir sesle dua mırıldanıyordu. Bir ara Abdulkadir sessizliği bozdu: –Baba, kıyamet mi kopacak? Davud, Abdulkadir’in korktuğunu anladı, ona teselli verdi: –Hayır oğlum, kıyamet kopsa Cuma gecesi kopacak, bu gece Cuma gecesi değil! Her zamanki gibi yatsı namazından sonra uyumaya çalıştılar. Ancak Davud’u bir türlü uyku tutmadı. Nihayet sabah namazının vakti yaklaştı. Davud abdest için dışarı çıktı, fırtına dinmiş ama lapa lapa kar yağıyordu. Diz boyu kar düşmüştü. Namazdan sonra eşinin doğum sancıları başladı. Hemen köyde ebelik yapan yaşlı kadını çağırdılar, Bir süre sonra nur topu gibi bir oğlu dünyaya geldi. Ortalık aydınlanınca Davud dışarı çıktı. Yağan kar kendisini şaşkınlık içinde bıraktı. Hayınlıkdi.!"nlanınca Davud dışarı çıktı. Yağan kar kendisini hayretler içinde bıraktı. ". çıktı, fırtına dinmiş ama lapa lapa kret içinde “Sübhanallah!” deyiverdi. Çünkü yağan kar beyaz değil, kırmızıydı. “Ya Rabbi sen nelere kadirsin!” diye düşündü. O gün yağan kırmızı kara herkes şaşırmıştı. İlk defa böyle bir şey görüyorlardı. Köy imamı Mele Hüseyin’e sordular. O da camide toplanan köylülere şu açıklamayı yaptı: –Cenab-ı Allah, her şeye kadirdir. Onun işlerinde akıl hayrettedir. Aslında bütün işleri mucizedir. Beyaz kar yağdırması mucize değil mi? Her bir kar tanesini bir melek yere indiriyor. Böylesine melekleri çok olan, böylesine rahmet hazinesi geniş olan kısa bir süre içinde dilediği zaman dağları vadileri bembeyaz karla örten bir zat, kırmızı kar yağdırmaya da kadirdir! Her zaman beyaz yağdıran Allah bazen de ibret olsun diye bize bu ucubatı gösteriyor, kırmızı yağdırıyor. On’u hamd ve tesbih edin, ibadetlerinizi eksiksiz yapmaya çalışın! O günden sonra Kırmızı kar Tuhup’ta “Kırmızı kar zamanı, kırmızı kardan önce, kırmızı kardan sonra” şeklinde bir tarih olarak kullanılmaya başladı. Davud’un oğlu Yusuf “Ben kırmızı kar günü doğdum” diyordu. Yusuf, babasından aldığı İslami ahlak ve terbiye ile yetişti. Çalışkanlığı, doğruluğu, fedakârlığı ve dürüstlüğüyle herkesin takdirini kazandı. Gençliğinde bile herkesten farklı bir genç olarak görülüyordu. İbadete ve dine düşkün, din âlimlerine çok saygılıydı. O zamanki ekonomik sıkıntı ve zor şartlar nedeniyle ilim tahsiline gönderilemedi ama hasreti hep içinde kaldı. Bu nedenle tamamen kendi emek ve imkânlarıyla bir medrese binası inşa etti ve yıllarca burada ilim okutuldu. Bu medresede onlarca âlim yetişti. Şartların çok zor olduğu dönemde 1967 yılında hacca gitti. Daha sonra da “Hac babamın içinde hasret kaldı” diyerek 1976 yılında da babası Davud’a bedel olarak hacca gitti. Âlimlerle arkadaşlığı ve ilim sohbetlerine düşkünlüğü nedeniyle Kur’an’ın çoğu ayetlerini anlıyor, birçok hadis biliyordu. Kur’an okumadığı gün yoktu. Bu nedenle Kur’an’ın tamamına aşina olduğu için çokları onu hafız zannediyordu. Takva sahibiydi; Üç aylar başta olmak üzere her yıl nafile oruçların tamamını tutardı. Cuma namazlarını kaçırmamak için Cuma günleri yolculuğa çıkmazdı. Bu âdetini ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Çocuklar öğrensin ve ezberlesin diye evde kıldığı namazlarında duaları yüksek sesle okurdu. Çocukları ve torunları onun bu şekilde okuyuşu sayesinde hiç emek sarf etmeden ibadetlerde okunan tüm duaları ondan öğrenip ezberlediler. Çocuklarını da kendisi gibi takva üzere yetiştirdi. Çok defa çocuklarına: “Ben sizden sadece şunu istiyorum: Birbirinizi ve dininizi terk etmeyin! Bu size vasiyetimdir.” derdi. Çocukları, torunları ve çevresindeki herkes kendisine “yabo Heci: Hacı Baba” diye hitap ederdi. Çağımızda Asr-ı Saadete açılan bir pencere gibiydi. O’nun hayatında sahabeleri görmek mümkündü. 16 Kasım 2004 yılında tedavi için getirildiği Şanlıurfa’da vefat etti. Onu hayır ve rahmetle yâd ediyoruz. Nur içinde yatsın makamı cennet olsun! Bu vesileyle ahirete intikal eden bütün ehl-i imana rahmet dilerim. münasebetiyle kendisini hayır ve rahmetle yad edyoruz. nur llarca müftülük ve İlahiyet Fakültesinde