ÇALIŞANIN SAYGINLIĞI VE DEĞERİ

CEVİZ GÖLGESİNDE Abdullah YILMAZ İnsan fıtraten çalışmayı sever. Bu nedenle işsiz insan varlıklı da olsa huzursuzdur. Buna binaen çalışan insan da sevilir. İnsan değerli bir varlıktır, bu değer ve güzelliği çalışmasıyla ortaya çıkar. Çalışmayan tembel insan değerini kaybeder. Kültürümüzde, çalışan kimseye saygı duyulur, ikramlarda bulunulur. Çalışmanın türü ne olursa olsun saygıdeğer görülür, yeter ki haram olmasın. Gösterilen saygı ve ikram aslında onun şahsından ziyade verdiği emeğin değerli olması nedeniyledir. Emeğinden ötürü şahsına da kıymet verilir. Çiğköfte yoğuran kişinin çevresinde bir-iki kişi seferber olur, biri elindeki havluyla sık sık terini silerken, diğer biri istenen su, biber, gibi malzemeleri getirir, böylece yoğurana hizmet ederler. Bu hizmetler, örneğin terini havlu ile silmek, çiğköfteyi yoğurmada gösterdiği emekten dolayıdır. Çünkü başka zaman onun terini silmezler. Aynı şekilde tarlada çalışanlar, fıstık, zeytin toplama gibi işleri yapanların emeğine saygı nedeniyle sıkça su ikramı, dinlenmelerde çay ve öğünlerde yemek ikramı yapılır, hizmette kusur edilmemeye gayret edilir. Tüm bunlar da emeğe verilen değerden dolayı emek sahibine gösterilen saygıdandır. Şimdi dikkat buyurun: Yüce Allah, insanlara hizmet etmeleri için, hayvanları seferber etmiş, bitkileri ve sayısız nimetleri istifadelerine sunmuştur. İnsana hizmet eden yaratıklara saman yedirilmesine karşılık, insan bal ve yağla besleniyor. Hayvanların derisinden ayakkabı ve aksesuar yapılıyor. Cenab-ı Hakkın insana büyük bir değer verdiği tartışmasız olarak anlaşılmaktadır. “İnsanın yaratıcı katındaki bu değeri neden kaynaklanıyor?” diye düşünmek durumundayız. Dikkatle tefekkür ettiğimizde, insana verilen bu ilahi değerin, kalbindeki imanından ve bu imandan doğan bir emekle ilahi kurallara itaat etmesinden, bu uğurda çalışıp çabalamasından kaynaklandığını görürüz. Bir de erkek ve kadın arasındaki saygı ve değere bakalım. Kadın kocasına seve seve hizmet eder; yemeğini hazırladığı gibi, çocuğuna bakar, çamaşırlarını yıkar, evi derleyip toplar, temizlik yapar. Bütün bunları gücünü aşmadıkça zorunlu görevi bilir ve severek yapar. Hatta onu sıkıntılı gördüğü zamanlarda kocasına destek verir, onu teskin etmeye çalışır. Buna rağmen koca, eşine zulmederek hizmetlerini yok saysa, o hanımı kendisine helal kılan Allah’a karşı büyük bir nankörlük ve edepsizlik etmiş olur. O zalimin o hizmetleri hakketmediği anlaşılmış olur. Çünkü erkeğe gösterilen saygı ve yapılan ikramlar da, onun doğuştan gelen emeksiz olarak verilen erkeliği ve fiziki gücü nedeniyle değildir; kendisinden beklenen iradesiyle sorumlu kılındığı görevlerini yapması ve emek vermesi sebebiyledir. İrade ve çaba olmaksızın, sadece bir vehb-i ilahî ile doğuştan gelen vasıf ve kazanımlar, hiç bir şekilde üstünlük taslamaya sebep olamaz Bu nedenle ırk, renk, soy, erkeklik, güç gibi kazanılmasında hiç bir tercih ve çaba bulunmayan özellikler, üstünlük kazandırmaz. Üstünlük ancak kişinin kendi gayretiyle ulaştığı “takva” iledir. Kimin gerçekten takva sahibi olduğunu da ancak Allah bilir. Profesörlerin yapmaktan aciz kaldığı balı (gerçek balı kastediyoruz) bal arısı yaptığı halde, bal arısına hiç bir hürmet gösterilmemektedir. Çünkü bu sanat, arının hüneri ile değil, onun bilincinde de değildir. Yalnızca Kudret-i ilahinin iradesi ve programıyla işlemektedir. Demek ki insan, değerini iradesiyle yaptığı çaba ve gayretten alır. Onun için Kur’an, “İnsan için ancak kendi çalıştığı vardır. Şüphesiz çalışması ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı eksiksiz verilecektir.” buyurmuştur. (Necm, 39-42)