DÜŞÜNCE Mİ TEFEKKÜR MÜ (III)

Düşünce mi yoksa Tefekkür mü, serlevhalı köşe yazımızın üçüncüsüyle devam edeceğiz inşallah. İlk yazımızda, vermiş olduğumuz Al-i İmran süresinin 190 ve 191’nci ayetlerin; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın Hak dini Kur'an dili tefsirinden ilgili ayetlerin işaret ettiği manaları vermeye gayret edeceğiz inşallah. Efendimiz (s.a.v)'in, Geçmişlerin ve geleceklerin ilimleri bana verildi." Buyurmuştur, nebevi düstur iman eden herkes için çok derin manalar ifade ettiğini bilinmelidir. M. Hamdi Yazır ile devam edelim: Ancak burada, çeşitli konuları, ilimlerin küçük olan sınırları ve nazariyelerini, şirk ve çokluk arz eden sıralarını alıp, hepsinin yönelmiş olduğu tek külli (tümel) ilme yönelmek vardır. Bunun için bu konuda tefekkür bütün eşyanın ve beşere ait bilgilerin halk (yaratma) mefhumu altında düzenlenmesi, tanzimi ve Tevhid (birleştirilmes) iyle Allahü Teala'ya dayandığını yakinen anlayan ve ancak Allah sevgisi ve Allah'ı zikretmekle gönlü kanan tam Akıl sahiplerinin şiarı olduğu ve diğer konulardaki tefekkür, eşyadan Allah'a dönmüş olup, nihayet Allah'a dayanmakla mütenahi (bitecek) olabildiği halde, bu konuda düşünmenin namütenahi (bitmez), devamlı olacağı ve bunun Evvel ve Zahir (tecelli eden hak) isimleriyle Allah’tan başlayıp, yine Ahir (son) ve Batın (gizli, derun) isimleriyle Allah'a dönmüş olacağı anlatılmıştır. Demek olur ki, bunda yaratmanın görünüş ve tecellisinin yolunu tespite çalışan tasvir ve takdirde ait Tabiat ve Astronomi isimlerinin araştırılmasına da büyük bir teşvik vardır. Evet, Ali-i İmran 191 nci ayet; kainattaki kevni ayetleri müşahede ederken, o anki ruh hallerini hem beyan etmekte hem de hallerini tasvir edip gözler önüne sermektedir. "Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar/zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru." derler. Hz. Aişe annenizden rivayet edildiğine göre, (hadis biraz uzun olduğu için, son kısmını alacağım) Hz. Bilal (r.a) sabah namazının ezanını okuyordu. Baktı ki Resulullah (s.a.v) ağlıyor, “EY Allah'ın Resulü, dedi, Allah Teala senin geçmiş ve gelecek günahını affetmiş olduğu halde ağlıyor musun?" "EY Bilal, buyurdu, şu hâlde ben Şükreden bir kul olmayayım mı?" Bundan sonra buyurdu ki, 'Nasıl ağlamayayım, Allahü Teala bu gece şunu indirdi: Al-i İmran 190’nci ayeti okudu ve bunu söyledi, vay bunu okuyup da, bu babda düşünmeyene! Diğer bir rivayete, Vay bunu çeneleri arasında çiğneyip de bunda düşünmeyenlere!" buyurdu. (Buhari/Teheccüd) Evet, söz konusu ayetlerin tefsiriyle ilgili olarak, İslam alimleri; çok geniş malumatlar vermekle birlikte, Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe-i Güzin (r.anhüm)' tarafında tefekkürle ilgili, sayfaları dolduracak şekilde derin ve teferruatlı bilgiler verilmektedir. Kısacası dış görünüş şekliyle her ne kadar, düşünce tefekkür manasında kullanılıyorsa da, işin mana kısmına bakıldığında; Tefekkürün düşünceden apayrı bir meziyet olduğu anlaşılmaktadır. Yani, düşünce; inanan ve inanmayan herkesin yapabileceği bir hal iken; tefekkür ise, yalnızca Allah'ın sanatı üzerinde derin bir tefekküre dalıp, ve Rablerinin eşsiz ve benzersiz kudretinin eseri olan her bir şeyi düşünürken ders çıkarıp ibret alanlara has bir meziyet ve şiarıdır!... Efendim her Tefekkür hali bir düşünce olabilir lakin, her düşünce hali Tefekkür değildir. Kalın sağlıcakla.