GÜNÜMÜZDE SİYASETİN GELDİĞİ NOKTA

Siyaset, toplumu yönetme,idare etme ve eğitme sanatı olarak; İslam’i literatürde, İnsanların dünya ve ahiret saadeti ileonların salah ve menfaatlerineçalışmak için icra edilmesi gerekli olan uğraşolarak tarif edilir kısaca! Ne ki, böyle olması lazım iken; günümüzde tam tersi bir durum söz konusu olmuş ve siyaset-i Adile mekanizması yara almış, ihlal edilmemesi gereken kuralların dışına çıkılmıştır ne yazık ki. Bakıldığında, birlikte aynı yoldabirçok zorluklara katlanmış nice yıllarını berabergeçirmiş olan insanların, menfaatlerinin tükendiği yerde, birbirlerine sırt çevirdiklerini, birbirlerine ihanet ettiklerini, birbirlerinin rakibi ve bazen hasmı olduklarını, yön saf ve yol değiştirdiklerinigörmek sıradanlaştı artık. Laik ve Demokratik sistemlerin hâkim olduğu toplumlarda, “Devlet kavramının kutsal hale getirilmesinin amacı;“insanlar devlet için vardır” kuralını kanun haline getirmekve bu kuralı dayatan her dönemin egemen kadroları; insanların hür iradelerine adeta ipotek koymaya çalışmışlarını gizlemek mümkün değildir. Hâlbuki Siyaset ile iştigal edenlerin, “Siyaset-i Adile ile mi yoksa Siyaset-i Zalime” ile mi insanları idare ettiklerini bilmeleri ihmal kabul etmez bir görev ve gereklilikti. Bu hakikati bilmedikleri takdirde, hakkı batıl, batılı hak görüp savunma zaafından yakalarını kurtarmamaları kaçınılmazdı, nitekim yaşadığımız çağda olduğu gibi. Siyaset-i Adile dediğimiz, yani kaynağı İlahi ve nebevi ilkelere dayanan,ammeyi idare etme sanatında; meşru çerçeve dâhilinde, insanların tüm değerleri emniyet altına alınır, hiç kimse dünyevi kaygılardan dolayı yol arkadaşını yarı yolda, bırakmaz, elindeki yetkiler alınsa dahi; davasına ve dava arkadaşlarına ihanet etmeyi intiharlaeş değer bilir ve şartlar ne olursa olsun onların karşısında cephe alıp düşmanlarını sevindiremezler. Bununaksini yapmak veyadüşünmek; mevsimlik, sezonluk, ucuz ve yanardöner kimselerin işive mesleği olur ancak. Çünkü bu tür kimselerden değil dava adamı, hava adamı bile çıkmadığı, çıkmayacağı hem tarihi gerçeklerle, hem de edinilmiş tecrübelerle sabittir. Bu tür kimseler, rüzgârın akışına göre yön değiştirmeyi uyanıklık addeder, menfaatin bol olduğu cenahta yer almayı marifet bilir, söylem ve eylemleri anlık olduğu için de değişkenlikte bukalemun gibidirler. Meydanlarda, papağanlar gibi ötüp yaldızlı ve plastik kavramlarlainsanları kandırıp kurusıkı nutuk atıklarınabakmayın! Zira bu tiplerin, bazen kutlu yol diye savundukları siyasi ilke ve ideallerinden doksan derecelik bir dönüşle ani kararlarla vaz geçip; daha önce zıt oldukları insanlarla aynı safta duracak kadar alçalabileceklerini görmek mümkündür. Dostluğun, dava şuurunun, vefanın, yol arkadaşlığının; sadece koltuk, makam ve mevkiiyle sınırı olduğuna inanan kesimlerden, ne insanlığa, ne de dünyaya hayır ve huzur gelmeyeceğini insanların artık bilmesinin zamanı gelmiş ve geçmiştir bile... İnsanlık ve dünya; “dün savunduklarını bu gün inkâr edenlerin, bu gün inkâr ettiklerini yarın savunan değişken ve jet hızıyla haz için saf değiştirebilen kimselerin bol olduğu bir siyaset anlayışıyla karşı karşıyakaldığı bir noktaya gelmiştir! Geçmişleri kirli ve Enkazla dolu olan nice zalimlerin; yıldızı parlayan saflarda durabilmek adına bin bir takla atarak sırıtkan sahte duruşlarıyla,dünyevi makam mevki sahibi oldukları bir siyaset anlayışı kirli ve şerlibir anlayıştan başka bir şey değildir. Böyle bir anlayışta; dosta vefa, ahde vefa, insanlığa vefa, şahsiyet ve kişilik sahibi olmakta kararlı olmak diye bir tutarlılık aramak; solucanda diş, devede kanat aramaya benzer ki bu da muhaldir!... Yaşadığımız toplum ve dünyada;“laik demokrat, sosyalist kapitalist ve Liberalist kafaların; kendileri gibi düşünenleri aydın, düşünmeyen, giyinmeyen ve yaşamayanları gerici ve yobaz addedip söylemekten imtina etmediklerini, her zaman duymaktayız… Bu gibi kesimden, geniş bir kitlenin var olduğu gerçeğini hiç kimse inkâr edemez… Geçtiğimiz günlerde, Halk TV ’de uğur Dündar’ ın sunduğu halk arenası programına katılan, sözcü gazetesi yazarlarından Yılmaz Özdil’in yaşam tarzları üzerindeki baskılardan yakındığını hatırlayalım. Hazrete göre, yaşadığı topraklarda muhafazakâr kadrolar iktidar oldukları için; serbest yaşayamıyor (!) canının istediği her şeyi yapamıyormuş (!)Hatta hızını alamayan Özdil şunları söylemekten de geri duramamış ve: “Samimiyetle söylüyorum, bu sözlerimde en ufak bir kinaye yoktur, Tayyib Erdoğan bir tane bira içmiş olsaydı bu gün çok daha iyi bir Türkiye olurdu.” Açıklamasıyla, Galizane, salya sümük; Erdoğan üzerinden aslında Müslümanlara karşı içindekilerini kusmuştu. Sanki Türkiye de yeteri kadar, şaraphane, kerhane, birahane, meyhane, rezilhane, bar ve pavyon yokmuş da; Özdil’in özgürlüğü ondan dolayı kısıtlanmış (!)da, Erdoğan üzerinden faturasını Müslümanlara kesip öfkesini kusuyormuşşşş herrif… İşte, takriben yüz elli yıldan bu yana, Siyaset-i Adile ve Hilafet-i İslamiyemakamının hayattan uzaklaştırıldığıgünden bu yana İslam coğrafyasında; insanlığın geldiği son nokta ne yazık ki budur!... Meçhul nesiller ve hedefler yani!? “Belki bu tür izahların, konuyla direkt olarak ilişkisinin olmadığını söylemek mümkün; lakin olaya, Siyasi dengelerin nasıl dumura uğratıldığı; saldırgan,tahammülsüz tek tipçi zihniyet ve çevrelerin nasıl bir dünya görüşünde ısrarcı oldukları bağlamında bakıldığında, ilgisinin ne kadar isabetli olduğu görülecektir sanırım… Hâsıl-ı kelam;“günümüz Siyaset anlayışına,genelmanada bakıldığında (ufak istisnalar hariç) vatansever ve dava adamı olmanın, mevsimden mevsime değiştiğini, insanların eskiden olduğu kadar sabitelerde kararlı duruş sergilemekten aciz kaldıklarını, yolarkadaşlarının birbirlerini satabileceklerihatta sattıkları bir duruma geldikleri görülmektedir... Çok yazık! Vesselam. 25 Şubat 2019.