KİBİR VE TEVAZU

İnsana verilen enaniyet duygusu, kibir dediğimiz şeytani haslete meyillidir. Türkçede “kendini büyük görme, kendini herkesten üstün tutma” anlamında kullanılan kibir, aslında “tekebbür” kavramıyla ifade edilir. Yani, gerçekte büyük olmadığı halde, içindeki enaniyetin eğilimi ve şeytanın kışkırtmasıyla kişi büyüklenir, kendini hemcinslerinden üstün görür. Yüce Yaratıcı tarafından diğer mahlûkata üstün kılınan ve “eşref-i mahlûkat” unvanına sahip insan, bu konumunu koruyabilmesi için, “tevazu” adı verilen tutum içinde olmalıdır. Yoksa söz konusu bu tekebbür tutumuyla sevimsiz, çirkin bir vaziyete bürünür, eşref-i mahlûkat olmaktan çıkar, ne yazık ki “eşek-i mahlûkat” derekesine iner. Tevazu Allah’ın bahşettiği üstün konumu koruyan, tekebbür ise bu konumu kaybettiren bir tutum olmaktadır. Gerçekte bütün insanlar hiçbir fark olmaksızın Allah’ın kullarıdır; Allah’ın bildirdiklerinin dışında hiç birinin diğerinden kendini üstün görecek bir ayrıcalığı yoktur. Büyüklenmek isteyen insan da bunun farkındadır. Taslamak istediği büyüklüğü kimsenin kabullenmeyeceğini bildiği için, büyüklenmesine bir dayanak bulmaya kendini mecbur hisseder. Onun için, kimisi servet ve zenginliğini, kimisi elde ettiği bir ilmi, kimisi soy ve aşiretini, kimisi de ırkını kibrine dayanak yapar, bu gerekçelerle diğer insanlardan ayrıcalıklı olduğunu gösterir. Kibirli insan gerçekte küçük ve ahmak olduğu için söz konusu bu gerekçelerle büyük ve ayrıcalıklı olduğuna kendisi de inanır. Bir fitnelerin ve toplumsal çatışmaların sebebi olan ırkçılığın temeli de kibirdir. Yani ırkçı şahıs, kendini üstün gördüğü için, mensup olduğu ırkı da üstün görür. Zahiren, “benim ırkım üstün bir ırk olup ben de böylesine üstün bir ırka mensup olduğum için diğerlerinden üstünüm” fikrine dayandığı zannedilir ama aslında “Ben üstün olduğum için, benimle ilişkili olan her şeyde üstünlük vardır. Bundan dolayı ırkım da benim mensubiyetimden dolayı üstün bir ırk olmuştur” şeklindeki şeytani mantığa dayanır. Yüce Allah’ın “Âdem’e secde edin!” emrine karşı çıkan şeytan, gerekçesini “Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” şeklinde ifade etmiş ve kâinatta ırkçılıkla kibirlenen ilk yaratık olmuştu. (Sad, 75-76.) Mal, soy, aşiret ve ırkla kibirlenmek bir yere kadardır, sınırsız değildir. Ama asıl tehlikelisi, ilmi dayanak yapan kibirdir. Bu tür kibir, insanı hiçbir hakikati kabul etmemeye, kibri uğruna tahrifat yapmaya kadar götürür. Öyle bir şeytani cerbezeye müptela olur ki kendini her konuda haklı ve kusursuz görür. Kibir sevimsizdir, iticidir. Toplum tarafından hoş görülmese de kibirli kibrinden vaz geçmez. Ama tevazu toplumda değer görür. Mütevazi insan, toplumun sempati ve sevgisini kazanır. Toplumdan dışlanmak istemeyen bazı kibir tutkunları da aşırı mütevazi görünerek tevazuu kibirlerine dayanak yaparlar. Gerçekçi olmayan, kibirlenmeye gerekçe olan tevazu, her tarafından yapmacıklık görünür. Aşırıya kaçan, sulandırılmış tevazu bir tür kibirdir. Her insanın sosyal hayatta manevi bir konumu vardır. Tevazu ve kibir bu konumun görünümleridir. Bediüzzaman’ın konuyla ilgili şu tesbiti gayet önemlidir: “Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden (kıymet boyu, statü) yüksek ise, tekebbürle tetâvül edecek. (boyunu zorla uzatmaya çalışacak) Eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu ile takavvüs edecek (yay gibi kendini eğecek) ve eğilecek, ta o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür.” (Hutbe-i Şamiye, Hakikat Çekirdekleri) Yani: her insanın toplum hayatına bakan ve kendisini gösteren bir penceresi vardır. Bu pencere eğer gerçek boyundan yüksek ise oradan görmek ve görünmek için boyunu uzatmaya çalışacak. Bu da kibirlenmesi demektir. Ama o pencere gerçek boyundan aşağıda ise oradan görmek ve görünmek için eğilecek, bu ise tevazu demektir. O halde kibirli insan gerçekte küçüktür ki kendini büyük göstermeye ihtiyaç duyuyor. Mütevazi insan da gerçekte büyüktür ki, görünmek için tevazu ile kendini küçük göstermeye ihtiyaç duyuyor.