ÇÖP

İsraf, ihtiyaçtan fazla tüketimin ve savurganlığın adıdır. Bolluğun verdiği şımarıklık duygusundan kaynaklanır. Yoklukta israf olmaz, yok ki israf edilsin. Bu nedenle israf büyük ölçüde bolluğun sonucudur. Akıl israfa karşıdır; ancak akılsız yaratıkların yiyeceklerini bol bulunca saçıp savurdukları görülür. At, katır, merkep gibi hayvanlar, arpayı bol bulunca saman yemezler; arpayı da etrafa dökerler. Demek ki aklın mikyası ve gözetimi olmazsa bolluk, savurganlığı doğurur.Tutumlu olmak, yerli yerinde kullanmak ve muhtaç olanlarla da paylaşmak aklın ve merhametin gereğidir. Kur’an-ı Kerim, sıkça bu israf illetine dikkat çekerek ondan kaçınmayı emreder. Kur’an’ın nazil olduğu dönemde yoksulluk ve kıtlık hüküm sürüyordu. İsraf zaten olamazdı. Bunun için Kur’an’ın, israf yasağıyla ne istediği net olarak anlaşılmıyordu. Ancak sonraki asırlarda bolluk arttı, yoksulluk azaldı; toplumda varlıklı insanların oranı yükseldi; israf illeti de bütün savurganlığıyla ortaya saçıldı. Ancak o zaman Kur’an’nın israf yasağının hikmeti anlaşılmaya başladı. “Beterin beteri var” derler ya, eski asırlarla karşılaştırdığımızda günümüzdeki israfın korkunç bir boyutta olduğunu görürüz. Evlerden, binalardan çıkan çöplerin çokluğu, aşırı tüketimin ve dolayısıyla israfın açık bir kanıtıdır. Ayak izi yürümeye delalet etiği gibi, çöp yığınları da israfa delalet eder. Atıklar “çöp” kavramıyla ifade edilir. Kullanılan yiyecek veya eşyanın kullanım dışı olan kısımları çöptür. Oysa Farsça asıllı olan çöp kelimesi köken olarak, saman inceliğinde herhangi bir sap, dal veya tahta parçası demektir. Eskiden atıklar, tamamen kullanım dışı küçücük saplardan oluştuğu için “çöp” denirdi. Elmanın, armudun sapı gibi hiç bir şekilde yenmeyen kısımlar atılırdı. Meyve ve sebzelerin kabukları dahi değerlendirilir, atılmazdı. Ceviz, badem gibi sert kabuklar da ocakta kışın soba tutuşturmakta kullanılırdı. Üzüm salkımlarının sadece çöpleri bile atılmaz, sirke yapımında kullanılırdı. Bu nedenle atıklar yenmeyen ve hiç bir şekilde değerlendirilmeyen küçücük çöplerden oluşurdu.Çocukluğumuzda karpuz kabuklarının ince ince kesildiğini hatırlıyoruz. Büyüklerimiz, o kabukları tekrar gözden geçirip beyaz kısmını da dilimleyip yerdi; atılacak kısmı da doğrayıp hayvanlara yedirirlerdi. İnsanların ekonomik varlığı ve buna bağlı olarak refah düzeyi yükseldikçe ne yazık ki atıkların da arttığını görüyoruz. Artık meyve ve sebzelerin, hatta ekmek ve yemeklerin atıldığı bir çağda yaşıyoruz. Ekonomik varlık mideyi şımarttı. Karpuzun sadece kırmızı üst kısmını yiyip diğer kısmı atıyorlar. Eskiden yöremizde “menculk” denen, üzüm salkımında kararıp buruşmuş habbeler bile yenirken bugün çöplerde sağlam taneli büyük salkımları görmek mümkündür. Evlerin kapılarına konulan 2’şer 3’er çöp torbaları, binaların önündeki çöp konteynırlarının ihtiyaca cevap verememesi israfın arttığının belgesidir. Her çöp varilinin yanında içindeki kadar çöp yığını vardır. Belediyeler daha büyük konteynırlar yerleştirmeye uğraşıyor. Bir şehir alanı kadar şehir çöplükleri oluşmuş. Demek ki evlerde çok tüketim ya da tüketilmeden çöp haline gelen atıklar vardır. Kur’an’ın asırlar öncesinden açık ve tehditkâr bir üslupla israftan kaçındırmasının ve savurganları “şeytanların kardeşleri” olarak nitelemesinin, eski zamandan ziyade günümüzle daha çok alakadar olduğunu anlıyoruz. İsraf, insafsızlığı ve merhametsizliği de doğuran bir illettir. Dikkat edilirse bir muhtaca yardım etmek, sadaka vermek, israfçılara zor geldiği halde, daha fazla miktarı çöpe atmak kendilerine kolay gelmektedir. Her şeyden ibret alması gereken Müslümanlar bu çöp yığınlarından da ders çıkarmalıdır. Varlıklı olmak, israf etmeye değil, sadaka ve yardımlaşmaya sebep olmalıdır.