MERHAMET

Allah’ın adıyla. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Merhametli olanın adıyla, merhametli olanla, merhametle başlamak. “Bismillahirrahmanirrahim” Rahman (Rahmeti her şeyi kuşatan) ve Rahim (Bağışlayıcı, müminlere acıyan, onları koruyan) olan Allah’ın adıyla. “Ve de ki: "Rabbim, bağışla ve merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın."” Mü’minun:118 Merhamet; erdemin kalbidir ve kalbi bir eylemdir. Büyük bir erdemdir ve fıtridir. En vahşi hayvanın kalbine dahi yerleştirilmiştir. Merhameti acıma duygusuna indirgemek haksızlık olur. Merhamet, asil bir duygudur, asil bir eylemdir. Küçük anlaşmazlıkları hemen kavgaya dönüştürmemek, bağışlayıcı olabilmek, adaletli olmak, gerektiğinde özür dileyebilmek, benliğini yenebilmek, empati yapabilmek, duyarlı olmak da merhametle ilgilidir ama en önemlisi incinebilmektir. Merhamet tüm çirkinlikleri yarıp, tüm pürüzleri giderip, tüm gözyaşlarını silip, darda olanı ferahlatarak ayağa kaldırıp; güzele, iyiye yürüyüşe devam etmenin adıdır. Gerçek duyarlılık, incinmektir. Başkası darda olduğunda daralmaktır, işlerin yolunda olmadığını hissetmektir. Darda olanın, ötekinin derdinin kendi derdi olduğu bilincine varmaktır ve bu bilincin gerektirdiği eyleme yönelmektir. Merhamet, Rahman’ ın vasfıdır. Onun rahmeti geniştir ve rahmetinden umut kesilmemesini ister elbette. Ama eğer kendimiz merhametten uzak olursak; Rahman’ ın merhametinden de uzaklaşmış olmaz mıyız? İnsanın insandan/kendinden kaçtığı ve ‘ben’leştiği/bencilleştiği ama bu kaçışla vardığı yerde mutlu olamadığı, huzuru yakalayamadığı bir zamanda yaşıyoruz. Etkileşimin mekanikleştiği, dijitalleştiği ve ruhsuzlaştığı bu çağda, geriye dönme imkanları tahrip olan insanın modern bariyerlerle kuşatıldığı ve gözlerinin önüne perdeler çekildiğini söyleyebiliriz. Hakikati yok edemeyenler; hakikati bağlamından koparmak ve insan zihninin hakikate yaklaşımını değiştirmek gibi yöntemleri başarıyla kullandıklarına tanık olmaktayız. Merhamet, başkasının bize olan ihtiyacı değildir. Bizim merhametli olmaya ihtiyacımız var zira merhamet insanı, insan seviyesine/fıtratına yükseltir ve olmaması büyük bir eksikliktir. Dağılmış ve her parçası bir diğerinden uzaklaşmış olan insanın kendini toparlamasının yolu; yeniden her parçanın/insanın diğerine tekrar yaklaşmasıyla açılabilir. Bu, aynı zamanda kendimize gelme ve kendimize de merhamet etmeye tekabül eder. Merhamet; her ne kadar üstün olanın küçük olana şefkati olarak tanımlansa bile her durumda aynı hiyerarşiyi barındırmaz. Bizi, kendimiz/bireyliğimiz/benliğimizle fazlasıyla meşgul eden bir çağda/sistemde yaşıyoruz. Sistem, bizi kendimizle baş başa bırakmaktan/birbirimizle ilgilenmeye yetecek zaman vermekten, böyle bir ortamın doğması ihtimalinden şiddetle çekiniyor. Dinginleşmemizi, yavaşlamamızı, kendimize gelmemizi, düşünmemizi, etrafa bakınmamızı, kendimizi kontrol edip bir hasar tespiti yapmamızı, toparlanmamızı ve 'ne oluyor?' diye bir soru sormamızı tüm gücüyle engelliyor. Bundan korkuyor. Bu yüzden gittikçe daha küçük yaşlardan itibaren bizi rehin alıyor ve oradan oraya koşturuyor. Bu, doğal bir süreç değil, normal bir gidişat değil, sürdürülebilir değil ve sürdürülmemeli de. *** Merhamet en onulmaz yaralara ilahi bir dokunuştur. Kin ve kibri giderir; kalpleri yumuşatır, sevgi ve şefkati, barış ve adalet iklimini hakim kılar. Cahit Zarifoğlu; “Merhamet olmasaydı hayat da olmazdı” der. Birbirimize karşı hoşgörülü ve dengeli olduğumuzda, nazik ve çözümcü olduğumuzda, dayanışmayı ve sevgiyi ön plana aldığımızda, intikamcı değil; barışçı olduğumuzda, birbirimizin haklarına saygılı olduğumuzda; toplumsal huzurumuz artar. Huzurun ve sevginin, emeğin ve dayanışmanın olduğu toplumlar gelişir ve iyi nesiller yetiştirir… Hayatımızı planlayan/ona müdahale eden iradeye karşı bir azatlık hareketi başlatmalıyız. Bizi dağıtan, ailemizi, toplumumuzu mikronize eden ve duyarsızlaştıran sistemin işleyişine karşı en önemli silahımız merhamettir. Birbirimize karşı duyarlı olmak ve birbirimizi sahiplenmekten başka yolumuz yoktur. Kaybettiğimiz her şeyi geri istemeliyiz; kaybettiğimiz her şeye yeniden talip olmalıyız. Kaybettiğimiz her şeyin asıl sahipleri bizleriz. Ve önce duyarlılığımızı kaybettik; merhametsizleştik; birliğimizi kaybettik; yalnızlaştık, gücümüz gitti; muhakememizi kaybettik, yolumuzu kaybettik ve sonunda neyi kaybettiğimizi de unuttuk. Tıpkı birbirimizi unuttuğumuz gibi, birbirimize ve kendimize yabancılaştık… Sadece maddi yoksulluk çekenlere veya bir hastalığı olana ya da bir ağlayan bir çocuğa mı merhamet edilir. Bu algı yanıltıcıdır. Fiziki anlamda her şeye sahip olduğu halde; candan bir seveni olmayan birinden daha yoksunu, daha yoksulu ve merhamete ve kurtuluşa muhtaç olanı var mı? Kalabalık bir hayran kitlesi olduğu halde; Allah’ın kendisinden hoşnut olmadığı kişiden daha yoksunu var mı? Yüreği, yalnız kendisiyle dolu olandan daha acınası durumda olanı var mı? Komşusuna, ailesine, akrabasına, yaşlılara, çocuklara, hemşerisine, yaşadığı yere, iş arkadaşına; doğaya, çevreye, insanlara ve tüm canlılara karşı duyarsız olandan daha yoksunu var mı? Gücü sınırsız olan ve zulmetmek istese onu engelleyecek bir gücün olmadığı yaratanın, yarattıklarına, tüm alemlere karşı merhamet etmesine rağmen, insanın insana karşı duyarsızlığının adı nedir acaba? “Şüphesiz, senin Rabbin, gerçekten O, üstün ve güçlüdür, merhamet sahibidir.” Şuara:9 Her türlü sersemleştirme ve kuşatma karşısında, yeteneklerimizi tekrar kazanmak, toparlanmak ve doğru bir istikamete yönelmek için birbirimize kenetlenmek, ötekileştirici tüm tuzakları parçalamak ve hep birlikte merhametin kalbine yürümekten başka çaremiz var mı? *** Peygamberler de merhamet timsalidirler. “Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” Tevbe:128 Rabbim; basiretimizi arttırsın, birbirimize karşı ve mazlumlara karşı merhametimizi ve duyarlılığımızı güçlendirsin, kendi merhametinden mahrum olanlardan kılmasın. Selam ve dua ile…