ADALETİN ENGELLERİ

Masum olarak dünyaya gönderilen insan, içindeki suça eğilimli hislerin yaratılış amacına uygun olarak kullanılmayışı sonucu, şeytanın ve çevresindeki kışkırtıcı etkenlerin teşvikiyle suç işlemektedir. Kişiyi suçtan alıkoyan önemli bir unsur vardır ki o da utanma hissi olarak bilinen “hayâ”dır. Suç eğilimi gösteren kimseyi engelleyen bir perde konumundadır. Bu perde yırtılınca artık o kimseyi içinden engelleyecek bir güç kalmamış olur. Bunun içindir ki, Peygamber (ASV): “İnsanların peygamberlik kelamından anladıkları en önemli düstur şu: ‘hayâ etmezsen artık dilediğini yap!’ sözüdür” buyurmuştur. (Buhari, Ehadisu’l-Enbiya, 54) Böyle bir kimseyi ancak dışarıdan bir güç engellemelidir. Toplumlarda ceza sistemi bunun için konulmuştur. Allah’tan korkmayanlar, Allah’ın kullarından korkmalıdır. Hiçbir baskı ve zorlama olmaksızın suça bulaşmayan, kendi iradesiyle kendini kontrol edebilen insanlar çok azdır. Kur’an-ı Kerim bu durumu: “Şüphe yok ki insanların çoğunluğu fâsıktır” (Maide, 49) ayetiyle bildirmektedir. (Fâsık: kök anlamıyla, olgun hurmanın kabuğundan çıkması demektir. İnsan için, Rabbinin belirlediği helal alanın dışına çıkması da bu kavramla ifade edilmiştir. Bu da günahkârlık ve suçluluk anlamında kullanılır.) Bir kısım suçların cezaları bizzat Allah tarafından belirlenmiş ve uygulanması istenmiştir. Bunlara “had” adı verilmektedir. Örneğin kısas, hırsızın elinin kesilmesi, zina edene yüz sopa vurulması bizzat Allah tarafından konulmuş cezalardır. Yüce Allah, hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerinin kesilmesini emrederek bunun “Allah’tan bir ceza” olduğunu bildirmektedir. (Maide,38) Ancak diğer bir kısım suçların cezaları toplumun maslahatı göz önünde bulundurularak “caydırıcılık” esasına göre toplumun büyükleri ve bu işte ehil olanlar tarafından belirlenir. İslam Hukukunda bu tür cezalara da “Ta’zîr” denir. İslam’a göre, suçlara verilecek cezaların ortak ve temel özelliği caydırıcı olmasıdır. Cezaların amacı, suçluya verilecek cezayı gören ve aynı suça meyilli olanların bu niyetlerinden vazgeçmelerini sağlamaktır. Caydırıcı olmayan cezalar adaleti sağlamaz, suçların ve mağdurların artmasına sebep olur. Günümüzde birçok suçlar için verilen cezaların caydırıcılıktan uzak olduğunu gözlemliyoruz. Başta hırsızlık olmak üzere suçlar, memleketi baştanbaşa saran büyük bir illet haline geldi. Gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında suçlarla ilgili haberler ilk sırayı alıyor. Toplumun huzurunu kaçıran ve hatta çoğu cinayetlerle sonuçlanan olayların önü alınamaz bir duruma geldi. Hatta bütün insanlığa yönelik tahribat suçlarının da arttığı bir gerçektir. Ne yazık ki bulaşıcı bir hastalık gibi gittikçe toplumun tüm bünyesine yayılan bu korkunç tehdide karşı toplum büyüklerinin yeterli düzeyde bir çabası da görünmüyor. Suç oranlarının hızla artması, Bir şahsın defalarca aynı suçtan yakalanması, verilen cezanın caydırıcı olmadığını göstermektedir. Suç artışında yalnız cezanın yetersizliği değil, başka sebepler de rol oynamaktadır. Aynı suçu işleyen değişik şahıslara birbirinden farklı ceza ve muameleler, suçsuzlara tanınması gereken haklardan suçluların da yararlandırılması gibi adilane olmayan uygulamalar suçların artışına yol açmaktadır. İnsan hakları alanında getirilen özgürlüklerden maalesef en çok suçlular yani insanlığa kastedenler yararlanıyor. Toplumdaki “nemelazımcılık” ya da “kayırmacılık” anlayışı da ne yazık ki adaletin sağlanmasını engelleyen etkenlerdir. Peygamber (ASV)’ın, “Sizden her kim bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştir­sin: Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin; ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. İmanın en zayıfı da budur.” (Müslim, İman,78) Hadisinde kötülük karşısında elden gelen her şeyin yapılması, kimin ne gücü varsa kötülüğü önleme ve düzeltme için kullanması gerektiğine işaret etmektedir. Bu hadis-i Şeriften şu incelikleri anlayabiliriz: Kötülüğü “eliyle değiştirme” yetki ve gücünde olan devlettir, çünkü bilfiil müdahale gücü devlettedir; “diliyle değiştirme” gücünde olanlar da toplumun âlimleri, kanaat önderleri ve basın mensuplarıdır; “kalbiyle değiştirmek” yani kötülüğe destek olmamak, suç ve suçluyu savunmamak ve rıza göstermemek de halkın gücü ve yetkisindedir. Bu gruplardan her biri üstüne düşeni yapmalı, “nemelazımcılık” anlayışı ortadan kaldırılmalıdır. Adaletin engellerinden biri de geciktirilmesidir. Unutulmamalıdır ki, geç kalan adalet, adalet değil, zulümdür. Suçlunun en seri şekilde hak ettiğiyle cezalandırılması gerekir. Yoksa ceza ağır da olsa caydırıcı olma özelliğini yitirmiş olur.