28 ŞUBAT/”İKNA” ZULMÜ VE 8 MART

Hiç kuşkusuz kadın dünyanın en değerli varlığıdır. Hürmete layık, sevginin kaynağı ve sığınılacak kaledir. Tarihteki 8 Mart hadisesinin müsebbibi olan Kapitalist düzen, aynı zamanda ona, Dünya Kadınlar Gününü de “ armağan” etmiştir. Bu, ne onun merhametinden ve kadına değer vermesinden; ne de pişmanlığındandır. Kapitalizm, hala kadını bir meta olarak görmekte ve onu çalışmaya mecbur bırakmaktadır. Keşke kadınlar; bunu görebilse ve kadını yaratanın/kadının sahibinin, onu konumlandırdığı konumu talep edecek noktaya gelebilse… Bu yıl 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Cuma gününe denk düşüyor. Her halde bu vesileyle Diyanet; bu gün camilerde "aileyi yıkan yasalar kaldırılsın" çağrısı yapacak. “…Ama; - İstanbul Sözleşmesi ile Ailesiz Toplum projesi başlatmak - Bir taraftan "özgür seksi" en dip köşelere yayarken diğer taraftan helalinden evlenen binlerce delikanlıyı tecavüzcüler koğuşuna, hanımlarını ve çocuklarını cezaevi kapılarına mahkum etmek, - sadece ve sadece bir tek senede boşanma oranını %11 artıran, evlenme oranını yüzde 4,2 düşüren sosyal politikalar uygulamak, - En sapkın erkek erkeğe, kadın kadına, toplu ilişkileri serbest bırakırken 15 gün evli kalanları ömür boyu nafaka cezalarına mahkum etmek, - Hukukun en temel ilkesi "suç ispat edilene kadar masumiyet" kaidesini çiğneyip on binlerce suçlu suçsuz babayı 6284'ten sokağa atıp aileleri geri dönülmez yola sokmak, - Kendi çocuklarını bir mal gibi haczetmek zorunda bıraktığın babalarla, çocuklarını birbirine düşman etmek, - Lgbt ilişkileri Tv'lerden ve Medyadan tüm topluma yayıp orta öğretime dair anketleri yayınlayamaz hale gelmek, gibi son derece faydalı icraatlar, hükümetin hiiiççççç mi hiççççç fiyakasını bozmazken Türkiyede'ki 85 BİN camiden sadece ama sadece 14'ünde bu durum protesto edilmeye kalkınca hükümetin fiyakası bozuluyormuş, yıpranıyormuş, çoook üzülüyormuş. BU ülkede Müslümanlar "hiç bir talepte bulunmama" Hakkından başka bir hakka sahip değillerdir, hatırlatıyorlar.”/https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=10157049653259819&id=542464818 Ahmet Hakan Çakıcı’ nın sosyal medya hesabından seslenişi çok anlamlı: ”Kendimizi kadın olarak oluştururken ne kadar çok yıkım yaratırsak, erkek temellerinin dengesini de o kadar bozmuş oluruz." (Drucilla Cornell, Çatışan Feminizmler s:118) Pardon, o yıkımın altında kalacak olan kim? Pardon, bu yıkımdan faydalanacak olan kim? Pardon, erkelerden kastınız küçük erkekler mi egemen erkekler mi? Pardon, dengesini bozduğunuz dünyanın dengesini yeniden siz mi kuracaksınız, yoksa çok şikayetçi olduğunuz o dünyayı kuran egemenler mi? Pardon, yıkım yaratmanın iyi bir şey olduğundan emin misiniz? Pardon, sorununuz bir tür vandalist sıkıntı olabilir mi? Pardon, Siz kimsiniz?”/https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=10157056744379819&id=542464818 Türkiye’nin beka sorunu, seçim meydanlarında sorumsuzca tartışılsa da; gerçekten de genel anlamda coğrafyamızda ciddi bir beka sorunu vardır ve çok yönlü bir kuşatılmışlık söz konusudur. Bu durum, Türkiye özelinde kendini, Türkiye ve ABD arasında, özellikle Suriye sahasında ve S-400 alımı üzerinde cereyan eden politik gerilim ve ABD’nin ekonomik yaptırım ve benzeri tehditleriyle kendini açıkça göstermektedir. Ancak, Türkiye ve benzeri Müslüman ülkeler, bir taraftan Deizm ve benzeri düşünsel/inançsal sapmalarla savrulurken; diğer taraftan, asıl yok edici ve yıkıcı bir darbe olan, batının dayattığı gayri ahlaki projeler konusunda ciddi bir tehdit altında olduğu gerçeği ile karşı karşıyadırlar ve bunun üzerinde durulmazsa; diğer tehditlerle nasıl baş edebilecek ki?... “İKNA” ZULMÜ, BİR İNSANLIK SUÇUYDU VE CEZASIZ KALDI İkna; inandırma demektir. 28 Şubat'ta kızlarımızın başörtülerini çıkarmaları için onlara yapılan psikolojik baskıların yapıldığı odalara verilen isim ise ikna odaları. Tarihte eşi görülmemiş şekilde ve ucube yöntemlerle, zulme dönüşen “ikna” uygulamalarına şahit olduk. Aslında ikna, zorlamadan daha etkilidir çünkü zorlayarak inandırmak zordur. Elbette insanlar bazen bazı konularda, birbirlerini ikna etme gereği duyarlar. Ama kimin, kimi hangi konuda ve nasıl ikna edeceği konusu hukuki bir mahiyet taşır. Kişiyi, meşru ve doğal bir hakkından/tercihinden vazgeçirmeye yönelik bir “ikna” uygulaması, insan haklarına ve tüm insani değerlere aykırı bir faşizan eylemdir ve suçtur. Kimsenin böyle bir yetkisi de yoktur. Birbirimizi ikna etmenin olumlu olanı da var. Birini, ancak, kendine veya topluma zarar vereceği açık olan bir durumda, yapmayı planladığı veya yaptığı eylemden vazgeçirmek için ikna etmeye çalışmak gibi. Burada sorun, neyin zararlı olduğuyla ilgilidir. Bu da her dine göre değişir. Ama örtünmek öyle değil; örtünmek tüm dinlerde soylu bir davranıştır, yararlıdır, tersi ise zararlı ve gayri ahlaki olarak kabul edilmiştir. O kara günleri ve akademisyen kılıklı şarlatanların, kızlarımıza çektirdiklerini ve mazlum inançlı halkımıza yapılanları asla unutmamalıyız. Ancak, hala ve daha farklı konular da eklenerek ve daha komplike planlar ve kuşatılmışlıkla ikna edilmeye çalışılıyoruz. Sanıyoruz ki, her şey bitti ve geride kaldı. O günden bu yana bazı göreceli kazanımlar elde edilmiş gibi gösterilse de, ikna etme çabaları devam ediyor. Çoğumuz, çoğu konuda ikna edildik. Muzaffer olduğumuza ikna edildik ilkin… İsrail’in varlığına ikna olalı, her şeyin rengi değişti. Yüzyılın Anlaşması, Kudüs'ü terk etme, teslim olma, İsrail ile dost olma, Yemen ve diğer Mazlum coğrafyalardaki orantısız ve haksız savaşlara sessiz ve tepkisiz kalma, küresel egemenlerin, İslam coğrafyalarında asker ve üs bulundurmalarının normal olduğu, laiklik ve demokrasinin faziletli olduğu, bekamızın ırkçılıkla mümkün olacağı, Kapitalizme karşı tepkinin yarar getirmeyeceği, evlilik ve ailenin gerekli olmadığı, her türlü cinsel sapkınlığı normal olduğu, Allah'ın düşmanları ile birlik olup Mazlumları kırmak için onlarla “normalleşme”nin normal olduğu, namaz yerine yoga yapmanın daha faydalı olduğu, dine karşı gevşek, tepkisiz hatta karşı durma şeklinde pozisyon almanın daha yararlı olacağı… gibi birçok konuda, birçok kesim ikna oldu olacak. Hatta ikna olanlar da oldu. Küresel algı operasyonları var, küresel bir hipnoz var. İşin sıkı tutulduğu da malum: Bunu, bizim emre amade “muasır medeniyet seviyesinin üzerine” çıkmış medyamızda da görüyoruz. Neredeyse her programda daha önce bir olan homo vb tiplerin ikiye çıkması ve daha cüretle olumlulaştırıldığından biliyoruz ve anlayabiliyoruz. Okullara musallat edilen ve uygulanan sapkın projelerden biliyoruz. Daha cüretli gösteri ve yürüyüşlerden, yaygınlaşan örgütlenmelerden bunu biliyor ve görüyoruz. Bizi, iki yüz yıldır ikna ede ede ağır yaraladılar ve son darbeleri, daha cüretli, bizimle alay ederek, yüzümüze bakıp sırıtarak yapmalarından biliyoruz. Hiçbir diplomatik nezakete gerek duymadan yaptıkları tehditlerden biliyoruz. Görünen o ki; başarılı olmalarını ramak kaldı. Neredeyse tüm İslam ülkeleri ve mazlum coğrafyalarda sürdürülen katliam, işgal, ekonomik ve kültürel sömürü, darbe teşebbüsleri ve yapılan savaşlardan bunu biliyor ve anlıyoruz. Tüm bu karanlığın içinden, mazlumların içine sızan bir ışığı göremiyorlar. Ötelerden gelen ışığı yeterince önemsemiyor ve iğdiş edilmiş zihinleri ile bunu algılayamıyorlar. Hala ikna olmayanları, olmayacakları göremiyorlar. Allah'ın gücünü ve kudretini hesaba katmayacak kadar azgınlaşmış ve kendinden geçmişler. Allah'ın, vaadini tutacağını, tarihteki bunca örneğe rağmen, önemsemiyorlar ve farkına varmıyorlar. Bu ikna olmaz kemiyeti, Allah ikna etmişken; onların saptırıp ikna edemeyeceğini, ayartamayacağını, kandıramayacağını kabul edemiyorlar. Allah'ın ipine sarılmışların asla yenilmeyeceğini idrak edemiyorlar. Bu kavganın, kıyamete kadar devam edeceğini bilmiyorlar. Bu ilkenin, hak olduğuna ikna olmuyorlar. Bu ilkeyi benimseyenlerin, Allah’ta asla ümit kesmeyeceklerini fark edemiyorlar. Rabbim, “ikna” olmayanların ayaklarını sabit kılsın. Zafer, Allah'ın ve ona tevekkül edenlerindir, şeref ve izzet de onlarındır, selam ve dua ile.