MEMLEKET HASRETİ

İnsan, doğup büyüdüğü memleketine düşkündür. Oradan ayrılmak istemez. Zorunlu nedenlerle hayat şartları memleketten ayrılmaya zorlar. Peygamberimiz (ASV) da hicret ederken Mekke'den ayrılmak kendisine zor gelmişti. Mekke'den çıkarken gözden kayboluncaya kadar sık sık durup Ka’be’ye ve Mekke’ye bakmış, gözyaşlarını tutamayarak şöyle demişti: "Allah'ın yarattığı şeyler içinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer buranın halkı beni (zor­la) çıkarmasaydı, ben kendiliğimden çıkmazdım."  (Tirmizi, Menâkıb, 68; Heysemi, Mecmau‘z-Zevâid, 3/283) Mekke’nin son göründüğü ve Hazvere denilen yerde de dönüp Mekke’ye bakmış ve “Vallahi sen, Allah katında beldelerin en hayırlı ve en sevgili olanısın. Çıkarılmış olmasaydım, senden çıkmazdım.” (Ahmed, IV, 305; Tirmizî, Menâkıb, 68/3925) buyurmuştu. Zamanımızda hayat kalitesini yükseltmek amacıyla, ekonomik, siyasi, sağlık gibi çeşitli nedenlerle yer değiştirmelerde artış yaşandı. Genelde köyden şehirlere göç yaygınlaştı. Eskiden yer değiştirmeler rotasyona tabi memurlar için geçerliydi ancak şimdiki zamanda memur olsun olmasın insanlar, toplumun bütün kesimlerini kapsayan bir göç sistematiği içine girdi. Teknolojik gelişmeler, insanları rahata düşkün duruma getirdi. Şehirlere oranla köyler, yaşam zorluklarının yoğun olduğu mahrumiyet yerleri olarak kaldı. Göçlerin çeşitli nedenleri olmakla birlikte, günümüzde köyden kente göçlerin çoğunluğu rahata erişme, şehirlerde yoğunlaşan refah düzeyini yükselten nimetlerden faydalanma hedefine yöneliktir. Köyden şehre göç ailece olduğu için, yaşlı anne ve baba da zorunlu olarak götürüldü. Onların direnmesi, ağlaması bunu önleyemedi. Ancak uğruna göç edilen refah ve şehir nimetleri, sıkıntılı ve zorlu da olsa köy hayatının mutluluğunu veremedi. Hiç bir şey, köyünden koparılan yaşlıların sıkıntılarını dindiremedi, hasret ateşini söndüremedi.  Rahmetli dedem vaktiyle köyden ayrılmak zorunda kalıp çocukları tarafından şehre götürülünce, "Şehre gelmek nasıl? Alıştınız mı?" diye soranlara köydeki kayalık bir mevkiyi işaret ederek, "Ez rinki Pışqırqız nâdım bı sed bajari" (Pışqırqız’da bir hacet gidermeyi yüz şehre değişmem) demişti. Vefatına kadar da şehir hayatına alışmadığını biliyorum.  Çocuklar ve gençler, belli bir yaşa kadar köyünden ayrılık zor gelse de gittikleri yeni yere bir zaman sonra alışır ve orayı vatan edinirler. Doğduğu yere özlem duysa da yeni memlekete de ayak uydurur, fazla etkilenmezler. Ancak 40 yaş ve üstü insanlara ayrılık zor gelir, gittikleri yeni yere alışamazlar. Doğdukları köylerine duydukları özlem ve hasret, yeni memleketi onların gözünde sevimsizleştirir. Bir de yaşlıların yaşadıkları köy hayatından oldukça farklı olan, yeni düzen ve kurallara sahip şehir hayatına alışmaları başlıca iki sebepten dolayı neredeyse imkânsızdır. Birincisi: Doğup büyüdüğü, suyuna, havasına, manevi atmosferine ve coğrafyasına alıştığı memleketten ayrılmak ruha zor gelir, müthiş bir tazyik oluşturur. Kişi köyündeki dağlarla ve kayalarla bile ünsiyet kurmuş, aralarında ülfet oluşmuştur. İkincisi: Yaşlıların azalan gücü azalmış, yorucu hastalıkları sıkıntılı şehir ortamında daha belirgin ortaya çıktığı için gezip dolaşamaz, leylek yuvası tabir ettikleri evin içinde bir nevi tutuklu kalırlar. Bu da onlardaki sıkıntıyı ve bunalımı artırır. Bu durumdaki yaşlılar, ruhen ve zihnen bir teselli bulamadıkları için bir travma yaşarlar. Kanaatimce yakaladığı insanın aklını başından alan onu ruhen sarsan Alzheimer hastalığına yol açan önemli bir etken bu olsa gerektir. Annem vaktiyle köyden ayrıldığında bir türlü yeni hayata alışamamıştı. İçinde köyünün hasreti hiç dinmedi. Birçok hastalıklarla boğuşup durdu. Bir yıl önce de Alzheimer başlangıcı teşhisi konuldu. Şimdilerde sıkça “Ben Tuhub’a gideceğim” demeye başladı.   Annem gibi diğer yaşlı akrabalarımızın da aynı psikolojik sarsıntıyı yaşadıklarını biliyorum. Onların da aynı heves ve özlemi taşıdıklarını, “Ben burada durmam, Tuhub’a gideceğim!” türünden sözler söyledikleri ve Tuhup tutkusunun ailelerinde başa çıkılmaz bir sorun haline geldiğini duyuyorum. Eminim sizlerin de köyünden koparılmış yaşlılarınızın benzer tutkuları ve hasretleri vardır. İşte bütün bunlar yaşlıları, alışamadıkları hayata zorlamanın acıklı sonunu gösteriyor. Yaşlı anne ve babaya en küçük bir saygısızlık olan “öf” demeyi bile yasaklayan Allah, onlara en güzeliyle davranmayı emretmiş, onları bir nevi dokunulmaz kılmıştır. Bu itibarla evladın anne ve babasının memleket hasretini de dikkate alması, bunun üzücü ve içinden çıkılmaz durumlara yol açmaması için gereken tedbirleri almaş gerekir. Yoksa imtihanı çetin olabilir.