NAMAZ KILMAYIP ORUÇ TUTMAK

Ramazan-ı Şerifin kutsallığı, Allah katındaki değeri ve oruç ayı olduğu Kur’an ayetleriyle sabit olmuştur. Yine Ramazan ayının Allah katındaki değerinin Kur’an’ın bu ayda nazil olmasından ileri gelmektedir. Bu da Kur’an ayetlerinden ve Peygamberimiz (ASV)’ın hadislerinden anlaşılmaktadır. Kur’an’ın nazil oluşu Allah katında çok değerlidir. Allah’ın insana tenezzül etmesi ve Allah kelamının insanla buluşması demek olan Kur’an’ın nüzulü bu açıdan çok büyük bir değer taşımaktadır. Öyle ki, Kur’an’ın inzalinin gerçekleştiği geceye bizzat Yüce Allah “Kadr” adını vermiş ve o gecenin “bin aydan daha hayırlı olduğunu” ilan etmiştir. Demek ki Kadir gecesinin de, bu geceyi içinde barındıran Ramazan-ı Şerif’in de değeri Kur’an’dan kaynaklanmaktadır. Ramazan-ı Şerif ve içindeki Kadir gecesiyle aslında murad-ı ilahi, dikkatleri Kur’an’a çevirmektir. İnsanlığın, Kur’an’ın mana ve değeri üzerinde yoğunlaşmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Bu itibarla insanın bu kutlu süreç içinde gün boyu hayvani alışkanlıklardan uzak durarak melek-misal bir vasıf kazanması, ruhen, kalben arınıp temizlenmesi, bu sayede Kur’an’a yakışır bir muhatap durumuna gelmesi ve daha birçok hikmetler için oruç emredilmiştir. Kur’an’ın, günümüz Müslümanlarından gerektiği şekilde ve layıkıyla bir karşılık gördüğünü söylemek zordur. Evet, Kur’an okunuyor ama boğazı geçmiyor. Samimi ve liyakatli olanları tenzih ederiz ama çoğu kez Kur’an okumalar, hatimler, film icabı bir rolü andırıyor. Gerçek bir heyecan vermiyor. Kur’an, Ramazan ve orucunun amaç ve hikmetleriyle bağdaşmayan tutum ve davranışlar Müslüman toplumun genelinde görülebilmektedir. Başta Peygamberimiz (ASV) olmak üzere eskilerin, Ramazan gelsin de Allah için oruç tutalım, bu ayın rahmet ve mağfiret özelliğinden istifade edelim düşüncesiyle, “Ya Rabbi bizi Ramazana kavuştur!” diye dua etmelerine karşın, günümüzde Ramazan yaklaşırken “Eyvah, ben nasıl oruç tutacağım, bir çare yok mu?” düşüncesiyle “tutmama fetvası” arayanların sayısı da az değildir. Bendeniz, “Yahu hele bir gelsin, oruca başla, tutamıyorsan o zaman çare ara!” diye cevap verdiğim çok kimseyle karşılaştım. Bir de oruç-namaz çelişkisi yaşayanlar vardır:  Namaz kılmayıp oruç tutanlar, zamanımızdan başka tarihin hiçbir döneminde görülmemiştir. Namazı emreden ile orucu emreden aynı zattır.  Yani emir farklı yerlerden değildir. Ancak kısa bir karşılaştırma yaptığımızda namazın oruçtan daha öncelikli olduğu görülür. Namaz akil-baliğ olan herkesin kılmakla sorumlu olduğu bir farz-ı ayn’dır. Namaz kılmamak için hiçbir mazeret yoktur, hastalar da yolcular da hatta cephede savaşanlar dahi namaz kılmak zorundadırlar. Ayrıca az, kısa rahat ve neticesi büyük bir ibadettir. Buna karşılık oruç eziyetli bir ibadettir. Bu nedenle hastalara, yolculara ve tutacak güçten yoksun olanlara tutmamaları konusunda izin verilmiştir. Buna rağmen namaz kılmayıp oruç tutanlar, kendilerini hangi gerekçeyle ikna etmişlerdir? Namaza karşı tembellik edenler, kesintisiz her gün olduğu için namazı terk ediyorlar. Oruç ise yılda bir olup toplum içinde nefsi okşayıcı toplumsal puan kazandıran bir konumdadır. Ancak gerçek şudur ki bunlar yalnızca kendilerini kandırıyorlar. Şeytanın onlara sunduğu “namaz ayrı, oruç ayrı, her ikisinin yeri ayrıdır” dayanağı tamamen çürük, akıl ve din dışıdır.  Çünkü namaz da oruç da aynı yerden emredilmiş ve namaz ise daha önceliklidir. Oruç tutmamak için çeşitli mazeretler vardır ama namaz kılmamak için hiçbir mazeret yoktur. Kimse kusura bakmasın, dinimizde namazsız bir oruç anlayışı bulunmamaktadır.