AYDIN NİÇİN MUTSUZ?

Gün boyu evde. Dışarıda fena bir sıcak. Ama evin içi serin. Klimasız oturabiliyor insan. Birkaç köşe yazısı ve birkaç kitap. Öylesine göz gezdirdim. Okuyacak, anlayacak, tahlil edecek takat yok. Yurtdışına güzel bir seyahat iyi gelirdi. Eldeki mevcut imkânlarla bu çok çok zor. Köye bile gidemiyoruz artık. İmkanım olsa sadece Avrupa ülkelerini gezmek isterim. Günlerce, aylarca. Ortadoğu, Uzakdoğu hiçbir ülkeyi merak etmiyorum çünkü biliyorum ki bizden hiçbir farkları yok. Modern medeniyetin menşei Avrupa'yı merak ediyorum. Kitaplardan çok okudum fakat hiç görmedim. Ama şunu da biliyorum ki oraları gezsem de sonunda sıkılacağım. Aşırı özgürlük, demokrasi, bireycilik, rahatlık doğulu ve mistik ruhumu sıkacak, edecek. Nereye gitsem, dar gelecek dünya bana. Ruhum dünyanın üstünde, dünyadan daha büyük, daha geniş. Dünyadaki en büyük şey, en küçük dileğimi karşılamıyor.  İnsan ruhu bu dünyadan değil gibi. Bütün lezzetlerin sonu elem; bütün elemlerin sonu lezzet. Kısır döngü ve nihai bitiş ölüm. Hiçbir şey mutlak değil. Güvendiğin her anlam başka bir anlamın taarruzuna maruz. Yani tehdit altında. Aydın öteki anlamları merak edendir, mağaranın dışını görendir. Onun için hiç mutlu değildir. Mutlu olanlar: dışarıyı merak etmeyenler, dışarı çıkmayanlar, kendi kurgusunun ve bütünselliğinin içinde yaşamaya devam edenler. Bu kurgu ve bütünsellik içinde nereyi gezerse gezsin, neyi okursa okusun boş. Hatta bomboş. Fikri değişmediği gibi duyguları da değişmez. Adam aylarca Avrupa'yı geziyor sonra evine dönüyor ve kurgusuna gönülden inanmaya devam ediyor. Gezdiği bütün o yerler kendi kurgusuna göre diyarı küfür çünkü.  Sıcaklar aniden bastırdı. Çok kötü bir hava. Nemli ve rutubetli. Adana ve Mersin havaları gibi. Hiçbir şey yapacak mecali kalmıyor insanın. Telefon ekranı, bilgisayar ekranı, televizyon ekranı gözümde silikleşiyor. Kitap sayfalarını ise hiç göremiyorum. Daima bir yorgunluk, bir bitkinlik hali. Namaz kılmak istediğim birçok tarihi cami deprem dolayısıyla kapalı. Gerçi yaşananlardan sonra camiye gitme isteği kalmadı içimde. Kafka ve Dostoyevki kendi dönemlerinin tarihin en kötü ve berbat dönemleri olduğunu söylüyordu. Demek her duyarlı zeka aynı hissiyatı taşıyor. Zam yağmuru başladı yine. İğneden ipliğe her şeye zam. Kanıksadık artık, şaşırmak anlamsız. Muhalif kanallara bakıyorsun sanki ülkede hemen yarın kıyamet kopacak gibi dehşet bir duyguya kapılıyorsun. Bu iktidarın yirmi iki yıldır tek iyi bir icraatı yok onlara göre. Dedikleri doğru ise yıllardır bu kadar yoğun bir şekilde verilen halk desteğinin sebebi ne? Mesele ekonomik falan değil, ideolojik gibi geliyor bana.  Onlar yeminlerini edecekler, dolgun maaşlarını alacaklar, çocuklarını en pahalı kolejlere ve okullara gönderecekler, villalarında yaşayacaklar, beleş denebilecek fiyatlarla en kallavi yemeklerini yiyecekler, lüks makam arabalarına binecekler, ara sıra demokrasi, insan hakları, vatan, millet, bayrak, sakarya diyecekler... Sen ise kiralık gecekondunda bir parça ekmeğe muhtaç şekilde "Allah'ım onları başımızdan eksik etme!" diye dua edeceksin. Evet tarihin talihi bu maalesef! İmam Azam Eb-u Hanife hükümdarlar tarafından kendisine teklif edilen bütün makamları ve görevleri ısrarla reddetti. Bu uğurda hapse girmeyi bile göze aldı. Üstelik o devirde devlet kısmen şeriat ile idare ediliyordu. Şimdi ise ilahiyatçılar, imam-hatipliler ve medrese çıkışlı icazetliler devlette bir makama ve göreve gelmek için sıraya giriyorlar, ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Üstelik laik bir devlette. Nereden nereye!  Tuhaftır, muhafazakarların içinden geldiği halde muhafazakarlığı, İslamcıları, kendi mahallesini kıyasıya eleştiren yazar çok. Ama Atatürkçülüğün içinden geldiği halde Atatürkçülüğü, Atatürk'ü, kendi mahallesini eleştiren yazar hiç yok. En azından ben bilmiyorum. Yani doğmatizm bu tarafta çok daha yoğun gibi.