YER/LİLİK

“Burada iseniz, buradan konuşuyorsanız bir kıymeti olacaktır sözünüzün. Ayağınız bu topraklara basmıyorsa, ya da ayağınız bu topraklara basarken kafalarınız ithal ise, Düşünceleriniz ithal ise, başkaları adına konuşacaksınızdır. Yerli gövdelerinizin üzerine; başka dil, başka kulak, başka kafa monte etmişseniz, çalınmış kafalarla dolaşıyorsanız sözünüz sizin sözünüz olamayacaktır.”Yazımıza girizgâh yaptığımız cümleler; Sözü Yola oymak kitabımızdan. “Burada” olmayı önemsiyoruz. Buradan konuşmak, buradan düşünmek, buradan dinlemek… O yüzden “Burada Değilseniz Susun” demiştik. Burada olmak: Bu topraklarda cereyan eden olaylara bir Fransız gibi, bir Rus gibi, bir Amerikalı gibi bakamayız, sözümüzün sahih olabilmesinin yolu ancak bastığımız yerin farkında olmaktan geçecektir. Bu toprakların üzerinde yaşayanlar olarak her birimizin, gövdelerimizin üzerinde; başka dil, başka kulak, başka kafa ile söylediklerimizin yersiz olmaktan kurtarabilmek için yer/li yerinde bir dile olan ihtiyacımız var. Evet, “yer/li” olmak durumundayız. Yerlilik bu anlamda tam da sıkıntısını yaşamış olduğumuz hususta; “burada” olabilmenin imkânını sunabilecektir. Yerli bir düşünce, yerli bir dil, yerli bir duruştan bahsediyoruz. Yerli bir düşünce ile ancak bağlamıyla bağ kurabildiğimiz fikirlere sahip olabileceğiz. Savunmuş olduğumuz düşüncelerimiz, olaylara ve fikirlere bakış açımızın sahihliği, savunduklarımız ile bir bağımızın olmasına bağlı. Düşüncelerimizle, sözlerimizle, tavırlarımızla bir hal olarak bağımız yok ise, bağlamını yitirmişsek, sürekli olarak patinaj hali gibi bir sıkıntılı hali yaşayacağımız muhakkak. Yerlilik; bir hal, bir durum dahası bir duruşun ifadesidir. Akif Emre’den atıfla ifade edelim. “Yerlilik, yerli olmak bir ideolojik akım, siyasi görüş olmaktan önce haldir. Orada, oraya ait olma hali. Yerlilik herhangi bir dünya görüşüne bağlı olup olmamaktan önce duygusal bir bağdır. Yerli olmayı içine sindirebilmektir. Yerli düşünce, yerli sanat, yerli gelenek gibi kavramsallaştırmaların hepsi mümkün, ancak ğaşadığınız topraklara, bulunduğunuz yere has bir duyuş, seziş yoksa yerli olmak zor. Bir yere ait olmak, oraya kök salmak, tarihsel ve kültürel ve dahi coğrafi boyuta sahip olmadan olmaz. Bir yer/ler/e ait olma duygusu “orada olmak”la yakından ilintilidir. Bir yere ait olsanız da orada doğup büyüseniz de oraya ait olamayabilir, oraya yabancılaşır, duygusal olarak oradan, o coğrafyadan kopabilirsiniz.” Yerli ve bize ait olan bir bilgiyle konuşmayı denemeliyiz. Bu coğrafyanın düşünürleri, yazarları yüz elli yılı aşkın bir süredir kendi sözünü söyleyemiyor. Bizim burada yaşamış olduğumuz sıkıntılarla ilgili öncelikle başkaları ne demiş diye bakılıyor. Bakın kendi düşün dünyamız yok. Bu toprakların ayrım yapmaksızın birçok farklı akımına mensup okuyup yazanları on yıllardır; İngiliz’i Alman’ı ne demiş, Rus’u ne demiş. İranlısı, Mısırlısı ne demiş diye yaklaşmış meselelere. Başkaları karşısındaki aşağılık kompleksi halden bir türlü kurtulamıyoruz. Başkalarının yaraları için süründüğü merhemi kendi yaralarına uygulamak gibi garabet bir durum yaşanıyor. Kendisi olamadığı için de başkalaşıyor. Mankurtlaşma aydınımızın en büyük hastalığı. Böyle olduğu için; burada olamayan, buradan konuşmayan aydın son tahlilde “biz”den olamıyor, bize hitap etmiyor, buraya hitap edemiyor. Yerli miyiz, yabancı mıyız? Burada mıyız başka yerde miyiz? Kendimiz miyiz başkası mıyız? Her soru aynı zamanda bir yanıttır. Sorularımız ve bu sorulara verdiğimiz cevaplarımız kadarız. Cevabımız kararımız olacaktır. Kendilik bilinciyle, burada ve yerli bir dili tesis etme durumundayız. Pergelin sabit ayağına hassasiyet göstermemiz; özü sabit tutarak sözü yerli kılmamız gerekiyor. Yazımızı bu sorulara cevap sadedinde, önemli bir ölçü sunan İhsan Fazlıoğlu ile sonlandıralım. “Bir kişi, yaşadığı topraklarda yerli mi, yabancı mı, gezgin mi, işgalci mi yahut sömürgeci mi olduğunu öğrenmek istiyorsa, mensup olduğu anlam-değer dünyasının o topraklardaki işaretlerine ne kadar aidiyet duyduğuna bir baksın…