HUZURSUZ EDEN MAL

Yüce Allah, insanı ibadet için, kâinatı insan için yaratmıştır. İnsan ve cinleri kendisine ibadet etmeleri için yarattığını Kur’an’da ilan etmiştir. Ancak bu kutsi amacın gerçekleşmesi de hayatla olur. Bu nedenle, kâinatın yaratılmasındaki asıl hedeflenen hakikat hayattır, denilebilir. Başka bir deyişle, Allah’ın yaratmasındaki sebep-sonuç basamakları açısından bakarsak, şöyle bir bağlantı görünür: insan ibadet için, hayat insan için, diğer her şey hayat için yaratılmıştır. Hayat için yaratılan önemli unsurların başında mal ve servet gelir. Taşınır olsun, taşınmaz olsun, her türlü mala karşı insanın fıtri olarak düşkünlük derecesinde ilgisi ve sevgisi vardır. Mala karşı insanın hırsı bazen öyle bir düzeye ulaşır ki, “mal hayat için değil, hayat mal içindir” anlayışının hükümran olduğu görülür. Hırs ve tamah yüzünden iki günlük dünya hayatında bir geçim ve katkı sağlayacak olan mal, uğruna hayatın feda edildiği bir kutsala dönüşür. İnsanlık tarihinde nice savaşlara, çatışmalara ve bilerce hayatın sönmesine sebep olan bu anlayış değil midir? Mal yalnızca bir araçtır, asla amaç olmamalıdır. Eğer hayatın bile uğruna feda edildiği bir amaca dönüşürse, o zaman faydadan çok zarar verici, huzursuz edici bir unsur olur. Mal kazanmak ve servet edinmek yemek yemeğe benzer. Vücudun ihtiyacı kadar ve sarf edilebileceği oranında yemek alınmalı. Fazla alınan yemeği de ailesiyle, komşularıyla ve diğer aç kalmış kimselerle paylaşabilmelidir.“Yok, yemeğin tamamını hep ben yiyeceğim!” anlayışına göre hareket edenler midesini bozar, vücudun dengesi sarsılır, ağırlıktan, hantallıktan ve hastalıktan başka hiç bir işe yaramayan vücut kilolarını arttırmış olurlar. 70 kiloda kalması gereken bir kimse 150—200 kiloya ulaşırsa bu, azap verici bir durum mu olur yoksa keyif verici bir durum mu olur? Aklı başındaki hiç kimse böyle bir durumda olmak istemez. Herkes aşırı kilo almanın, tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunda hemfikirdir. Gereğinden fazla edinilen, zekât ve sadaka ile de paylaşılmayan, hayat için harcanan değil de hayatın kendisine harcandığı bir kutsala dönüştürülen mal, vücutta yük olmaktan öteye geçmeyen aşırı kilolardan farksızdır. Kilolar nefesi daraltıp kişiyi yorduğu gibi, bu tür nal çokluğu da manevi vücutta yük olup sıkıntı verir ve huzursuz eder. Ahiret azabına benzer bir dünya azabı yaşamış olur. Zekâtı İslam’ın şartı kılmakla İslamiyet, Müslümanları zengin olmaya teşvik etmektedir. Ancak İslam dini, sıkıntı ve azaba dönüşen mal edinmeyi değil, helal yoldan emek vererek, zekâtının, sadakasının verildiği ve muhtaçlarla paylaşılabilen mal kazanmayı emretmektedir. Sahabeler bu konuda ümmete yeterince örneklik etmişlerdir. Zengin sahabelerin mallarını tamamen infak ettikleri için parasız kaldıkları çok görülmüştür. Çok servet sahibi zenginlerin çoğu zaman mallarıyla belaya düştükleri de bilinmektedir. Toplumdaki ekonomik farklılıklar ve birçok farklı gözlerin üzerine çevrilmesi yüzünden kazançlarından huzur göremeyip, rahatlıkla yiyemedikleri de bir gerçektir. Malını bu tür belalardan korumak amacıyla birçok zengin, güvenli olduğuna inandığı yerlere göç etmek zorunda kalmıştır. Oysa göç çözüm olmayabilir, belalar her yerde bulunabilir. Tek çözümü zekât ve sadaka vermek, dünya ve ahiret hayatı için harcamaktır. Zekâtı verilmeyen mal, kirlidir; kirli mal ise huzur vermez. Zekât malı temizler, sadaka belayı defeder. Unutulmamalıdır ki, sadaka, mali belaları defeder; yani mal düşkünü ya da muhtaç olanlardan gelebilecek belaları defeder, başka türlü anlaşılmamalıdır. Yılanın ısırmasını değil, yılan gibi sinsice sokmaya çalışan gözünü mal hırsı bürümüş kişilerin yani mecazi yılanların ısırmasını defeder, demektir.