GÖZLERİM KIZARMIŞ MI?

Tuhup’ta rahmetli Ali amcamız vardı. Kanaat önderlerinden Osmanê Emerê’nin oğluydu. Sözleri atasözü gibi veciz ve düşündürücüydü. Bazen ceviz gölgesindeki sohbet meclisine gelirdi. Sesi gürdü, tane tane konuşurdu. Çoğu zaman sahtecilikten yakınırdı. “Her işimiz ne yazık ki sahtedir, bu yüzden hiçbir yere varamıyoruz. Hâlbuki dinimiz haktır, her türlü sahteciliği yasaklamıştır” der, Müslümanların bu konuda yeterince duyarlı olmadıklarından dert yanardı. Sonra da aslanla kurt masalını anlatırdı. Aynı masalı kendisinden defalarca dinlediğimiz halde hiç usanmazdık. Aslanla kurt arkadaş olmuşlar. Çok acıktıkları bir gün, bir yamaçta ne yapacaklarını düşünüp tartışırken kendilerinden aşağıda vadide otlayan bir at görmüşler. Aslan bir süre atı seyrettikten sonra dönüp kurda sormuş: “Bana bak kurt kardeş, gözlerim kızarmış mı?” Kurt aslanın gözlerinin kan çanağı gibi kızardığını görünce “Evet” demiş. Aslan, “Tüylerim diken diken olmuş mu?” diye sormuş, kurt “evet” demiş. Aslan bu kez, “peki, kuyruğum dikilmiş mi?” diye sormuş. Kurt yine evet” deyince aslan şimşek gibi vadiye akmış ve bir sıçrayışta atı yere devirmiş. İki arkadaş bu ziyafetten güzelce karınlarını doyurmuşlar. Aradan bir zaman geçmiş. Bir gün kurt tilkiyle dolaşmaya çıkmış. Karınları da iyice acıkmış. Yüksek bir yerden etrafı seyrederken ovada otlayan bir at görmüşler. Kurdun aklına, aslanın atı bir sıçrayışta yere serdiği olay gelmiş. O da aslan gibi tilkiye sormuş: “Tilki kardeş gözlerim kızarmış mı?” Tilki, “Hayır, hiçbir kızarıklık yok” demiş. Kurt öfkelenmiş, “Yahu kızarmış, desene” diye çıkışmış. Tilki korkmuş ve “peki kızarmış” demiş. Kurt, “Tüylerim diken diken olmuş mu?” diye sormuş. Tilki, “öyle bir şey görünmüyor” demiş. Kurt, “Aptal, olmuş desene!” diye gürleyince tilki de “evet tüylerin diken diken olmuş” demiş. Kurt bu kez “Peki, kuyruğum da dikilmiş mi?” diye sormuş tilki “hayır dikilmemiş” deyince kurt yine öfkeyle “dikilmiş desene” demiş. Tilki bunun üzerine “Pekâlâ öyle olsun, kuyruğun da dikilmiş” demiş. Maharetin tilkiden duyduğu “evet” cevabında olduğunu sanan Kurt, “Hah şöyle..Şimdi beni gözle” demiş. Kurt bir hışımla atın üzerine saldırmış ama atın güçlü bir çiftesiyle savrulmuş acı içinde yere çarpmış. Tilki, yerde acı içinde kıvranan ve başından kanlar akan kurdun yanına gelmiş bir süre ona bakmış ve “İşte şimdi gözlerin gerçekten kızardı, tüylerin diken diken oldu ve kuyruğun dikildi!” demiş. Ali amca bu masalı anlattıktan sonra, “İşte bizim her işimiz bu masaldaki kurdun yaptığı gibi sahtedir” derdi. Bu masalı anlattığı o zamanın üzerinden yaklaşık kırkbeş yıl geçti. Sahtecilik, her yönüyle ve her alanda arttı. Hatta öyle bir duruma geldi ki sahtecilik, çoğu kez imrenilen bir sanat, bir yetenek, bir iş bitiricilik, bir maharet sayılmaya başladı. Her alanda, her üretim türünde sahtecilikten geçilmiyor. İbadetlerde bile sahtecilik olur mu, ne yazık ki o da oldu. Dua ve ibadetlerde gösteriş had safhaya ulaştı ki bu da sahtekârlıktır. Sahteciliği yasaklayan Allah’ın evi Kâ’be’ye bile şu korona musibetinden önce sahte yollarla gidenlerin sayısı az değildi. Unutulmamalıdır ki sahte ürünler gerçek sonucu veremez; sahte ameller cenneti kazandırmaz. İllüzyonist yaklaşım hiçbir hedefe ulaştıramaz. Kur’an-ı Kerim, gerçeği “Hak”, sahteyi de “batıl” kavramıyla ifade etmiştir, inancın, sözün ve amelin hak olmasını, her türlü batıldan uzak durulmasını emretmiştir. Bu itibarla sahtecilikten en çok uzak durmaları gerekenler Müslümanlardır. İnançta ve amelde haktan, gerçekten ayrılmamaları lazımdır. Sahteciliğin sağladığı dünyevi çıkarlar da sahte olduğu anlaşılıncaya kadardır. Ali amcayı bir kez daha rahmetle yâd ediyorum. Ruhu şad olsun. Ona ve ahirete intikal etmiş olan diğer tüm ehl-i imana rahamet dilerim.