PEYGAMBER EFENDİMİZ VE MEDENİYET

  Muhterem Kardeşlerim… Resulullah Efendimiz günümüzde de bütün dünya milletlerinin, ilim adamlarının, devlet, siyaset ve fikir adamlarının, ediplerin, tarihçi ve askeri şahsiyetlerin ilgisini çekmekte, bunların her biri O’nu biraz inceledikten sonra hayranlık ve şaşkınlıklarını, dile getirmektedirler. Müslüman olmayanlar, Resulullah Efendimizin sadece idareciliği, dehası, askeri, sosyal ve diğer taraflarını görmekte, yalnız bunlara bakarak O’nu tanımaya çalışmaktadırlar. Gördükleri olağanüstü ve hiçbir insanda görülmemiş üstünlükler karşısında acze düşmekle beraber, O’na Peygamber gözüyle bakmadıkları için, O’nu tanımaktan ve anlamaktan çok uzak kalmaktadırlar.   İslâmiyet’in ilerlemedeki gücü İslâmiyet’ten evvel Arabistan bir çöl ve orada oturan insanlar da yarı vahşi bedevilerdi ve putperest idiler. Birçok putlara taparlardı. İptidai, basit bir hayat sürerlerdi. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek gibi korkunç adetleri vardı. Bu yarımada, bir yol üzerinde olmadığı için, ne büyük İskenderler, ne Persler, ne Romalılar, Araplarla hiç uğraşmamış, birçok kavimlerle savaştıkları halde, Arapların yanından geçmemişlerdi. Bu sebepten, İranlıların, Romalıların ahlaksızlıkları, zulümleri, hilekarlıkları Araplara bulaşmadı. Bunlar mert olarak kaldılar. İşte böyle aciz, zavallı, fakat saf ve temiz olan bir kavim, onlara mürşitlik, rehberlik eden Muhammed aleyhisselamın getirdiği Kur'ân-ı Kerim sayesinde birdenbire değişmiş, tam bir medeniyete kavuşmuş, olağanüstü bir gayret ile 30 sene içinde, doğuda Türkistan ve Hindistan, batıda İspanya olmak üzere akla hayret veren çok kudretli bir İslâm Devleti meydana getirmiştir. İlimde, fende ve medeniyette son derece ilerlemişler, o zamana kadar bilinmeyen birçok şeyleri keşfetmişlerdir. İlim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o kadar ileri gitmişlerdi ki, Papalar bile Endülüs Üniversitelerinde okuyor, dünyanın her tarafından koşup gelenler, bu üniversitelerde fen ve tıp tahsil ediyorlardı. O zamanın Avrupa’sından bahseden John W. Drapper gibi tarafsız bir tarihçi, Avrupa’nın manevi inkişafı ismindeki eserinde şöyle demektedir: “O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hıristiyanlık onları barbarlıktan kurtaramamıştı. Hıristiyan dininin başaramadığını, İslâm dini başardı. İspanyaya gelen Araplar, evvela onlara yıkanmasını öğrettiler. Sonra, onların üzerindeki parça parça olmuş, bitlenmiş hayvan postlarını çıkararak, temiz, güzel elbiseler giydirdiler. Evler, konaklar, saraylar, bahçeler yaptılar. Onları okuttular. Üniversiteler kurdular. Hıristiyan tarihçiler, İslâm’a karşı olan kinlerinden ötürü, bu hakikati gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette Müslümanlara ne kadar borçlu olduğunu bir türlü itiraf edememektedirler.” Tarihe dünyanın en büyük askeri dehalarından biri, aynı zamanda kıymetli bir devlet adamı olarak geçen Fransız İmparatoru Napoléon şöyle diyor: “Allah’ın varlığını ve birliğini, Musa [aleyhisselam] kendi milletine, İsa [aleyhisselam] Romalılara, fakat Muhammed [aleyhisselam] bütün eski dünyaya bildirdi. Arabistan tamamiyle putperest olmuştu. İsa [aleyhisselam]’dan altı asır sonra Muhammed [aleyhisselam] kendisinden evvel gelmiş olan İbrahim, İsmail, Musa ve İsa’nın [aleyhimüsselam] Allah’ını Araplara tanıttı. Arapların yanına sokulan Aryenler, hakiki İsa dinini bozarak onlara Allah, Allah’ın oğlu, Ruhulkudüs gibi, kimsenin anlayamayacağı inançları yaymaya çalışıyor, doğunun barış ve huzurunu tamamen bozuyorlardı. Muhammed [aleyhisselam] onlara doğru yolu gösterdi. Araplara yalnız bir tek Allah olduğunu, O’nun ne babası ne de oğlu bulunmadığını, böyle birkaç Allah’a tapmanın puta tapmaktan kalan saçma bir âdet olduğunu anlattı.” Dünyanın tanıdığı en büyük ilim adamlarından biri olan İskoçyalı Thomas Carlyle diyor ki: “Muhammed [aleyhisselam] gelmeden evvel Arapların bulundukları yerlere kocaman bir ateş parçası sıçramış olsaydı kuru kum üzerinde kaybolup gidecek ve hiç iz bırakmayacaktı. Fakat Muhammed [aleyhisselam] gelince bu kuru kum dolu çöl, sanki bir barut fıçısına döndü. Delhi’den Granada’ya kadar her taraf birdenbire semaya yükselen alevler hâline geldi. Bu büyük zat sanki bir şimşekti. O’nun etrafındaki bütün insanlar, O’ndan ateş alan parlayıcı maddeler hâline dönüştüler.” Hindistan’ı İngiliz sömürgesi olmaktan kurtaran Hintli lider Mahatma Gandhi, İslam dinini ve Kur’an-ı Kerimi inceledikten sonra şunları söylemiştir: “İslam dini yalancı bir din değildir. Hintlilerin bu dini saygı ile incelemelerini isterim. Onlar da İslamiyet’i benim gibi seveceklerdir. Ben, İslam dininin Peygamberinin ve O’nun yakınında bulunanların nasıl hayat sürdüklerini bildiren kitapları okudum. Bunlar beni o kadar ilgilendirdi ki, kitaplar bittiği zaman bunlardan daha fazla olmamasına üzüldüm. Ben şu kanaate vardım ki, İslamiyet’in süratle yayılması, kılıç yüzünden olmamıştır. Aksine her şeyden evvel sadeliği, mantıki olması ve Peygamberinin büyük tevazuu [alçak gönüllülüğü], sözünü daima tutması, yakınlarına ve Müslüman olan herkese karşı sonsuz bağlılığı yüzünden İslam dini birçok insanlar tarafından seve seve kabul edilmiştir.” Dünyaca tanınmış büyük Fransız edibi ve Devlet adamı Lamartine ise, Türkiye Tarihi adlı eserinde şöyle diyor: “Hazreti Muhammed [aleyhisselam] hâşâ bir yalancı Peygamber miydi? O’nun eserlerini ve tarihini inceledikten sonra bunu düşünemeyiz. Çünkü yalancı Peygamberlik iki yüzlülüktür. İki yüzlülükte inandırma kuvveti yoktur; yalanda da doğruluğun kudreti bulunmaz. Mekanikte bir cisim atıldığı zaman onun varabileceği yer, fırlatma gücü ile orantılıdır. Bir manevi ilhamın gücü de onun meydana getirdiği eser ile orantılıdır. Bu kadar çok şey taşıyan, bu kadar uzaklara kadar yayılan ve bu kadar uzun zaman aynı kudrette devam eden bir ‘fikir’ yani İslamiyet yalan olamaz. Bunun çok samimi ve çok inandırıcı olması gerekir. O’nun hayatı, uğraşmaları, memleketinin hurafelerine ve putlarına kahramanca saldırıp onları parçalaması, puta tapan çoğunluğun hiddetlerine karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları halde, 13 sene Mekke’de buna dayanması, hemşerileri arasında türlü hadiseler çıkartmak ve kendini adeta kurban yerine koymak gibi hallere tahammül etmesi, Medine’ye hicreti, durmadan yaptığı teşvikler ve verdiği vaazlar, çok üstün düşman kuvvetleriyle yaptığı savaşlar, kazanacağına olan güveni, en büyük felaket zamanında bile duyduğu insanüstü güvence, zaferde bile gösterdiği sabır ve tevekkül, dini tebliğ etme azmi, sonsuz ibadeti, Allah ile mukaddes konuşmaları, ölümü, ölümünden sonra da devam eden şân ve şerefi, zaferleri O’nun hiçbir zaman bir yalancı Peygamber olmadığını, tam aksine büyük bir imana sahip bulunduğunu gösterir. Filozof, Hatip, Peygamber, kanun koyucu, cenkçi, insan düşüncelerini etkileyici, yeni iman esasları koyan ve yirmi büyük dünya İmparatorluğu ile bir büyük İslam Devleti kuran kişi: İşte Muhammed [sallallahü aleyhi ve sellem] budur! İnsanların büyüklüğü ölçmek için kullandıkları bütün mikyaslarla [ölçülerle] ölçülsün; acaba O’ndan daha büyük bir şahıs var mıdır? Olamaz!” Almanya’da Stuttgart şehrinde 1888 [h.1305] senesinde yayınlanmış olan Kürschner ansiklopedisinin “Muhammed ve İslam dini” hakkındaki yazısından bir bölümü şöyle: “Muhammed [aleyhisselam]; gayet güzel huylu, güler yüzlü, kibar tavırlı ve çok dürüst bir zat idi. Daima hiddet ve şiddetten kaçmış, hiçbir zaman zulüm yapmamıştır. Müslümanların daima iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennete iyi huy ve sabır ile gidileceğini bildirmiştir. Doğru sözlülüğü, merhameti, fakirlere yardımı, misafirperverliği, şefkati, daima Müslümanlığın esas temelleri olduğunu beyan etmişti. Daima kanaat ile yaşamış, debdebe ve gösterişten kaçınmıştır. Müslümanlar arasında hiçbir sınıf farkı tanımamış, en fakir bir Müslüman’ın bile hatırını gözetmiştir. Büyük bir zaruret olmayınca, zora başvurmamış, bütün meseleleri tatlılık ile, anlaşma ile, nasihat ve izah ile hâl etmeye uğraşmış ve çok kereler bunda muvaffak olmuştur. 630 tarihinde tekrar Mekke’ye dönerek, bu şehri kolayca feth etmiş ve çok kısa zaman içinde, yarı vahşi Arapları, dünyanın en medeni insanları hâline getirmiştir.”   Bir başka Batılının itirafı Bayan Carly Fiorina, dünyanın en büyük şirketlerinden HP'nin Yönetim Kurulu Başkanı. Bu şirket, Microsoft gibi, Linux gibi dünya devlerinden biri olup, esas iştigal alanı Bilişim Teknolojileri. Bayan Fiorina Temmuz 1999'dan beri bu şirkette. Bundan önce 20 yıl ABD'nin telefon şirketi AT&T'de üst düzey görevlerde bulunmuş ve AT&T ile ilgili bir firmada başkan olarak çalışmış. Stanford Üniversitesi'nin "Ortaçağ tarihi ve felsefesi" bölümünü bitirmiş ve çeşitli dallarda master yapmış. Minneapolis, Minnesota'da 26 Eylül 2001’de "Teknoloji, piyasalar ve hayat tarzımız: Gelecekte neler olacak?" konulu bir konferansa, Carly Fiorina, ana konuşmacı olarak davet edildi. Konuşmasının son dakikalarında tarihten örnekler vererek değerlendirmeler yapıp şöyle dedi: "Konuşmamı tarihten bir örnek ile bitirmek istiyorum: Bir zamanlar tarihte öyle bir medeniyet vardı ki, o dönemin en büyük medeniyeti idi. Bu medeniyet birçok kıtalara yayılmış, sınırları okyanustan okyanusa, kuzey iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere kadar uzanmıştı. O medeniyetin tebaası olarak, farklı ırklardan, farklı dillerden, farklı kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı. Bu medeniyette konuşulan dillerden bir dil, dünyada çok konuşulan bir dil haline gelmiş ve farklı kıtalardan insanlar arasında köprü olmuştu. Bu medeniyetin ordusundaki farklı milletlerden olan askerler, dünyanın belki de hiçbir zaman görmediği bir barış sundu, tebaasına ve dünyaya. Bu medeniyetin tacirleri, Latin Amerika'dan Çin'e ve arada kalan bütün ülkelere ulaşmışlardı. Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu medeniyetin mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar yapmışlar, matematik bilginleri, bilgisayarın temel algoritması olan algebrayı (cebiri) bulmuşlar ve kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları, hastalıklara yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay bilginleri gökyüzündeki yıldızları incelemişler ve onları isimlendirerek, bugünkü uzay çalışmalarının temellerini atmışlardı. Edipleri, binlerce romantik ve sihirli hikâyeler yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin yazmadığı şekilde sevgi üstüne şiirler yazmışlardı. Öteki medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sansür uygularken, bu medeniyet devamlı yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi, kültürü devamlı canlı tutmuştu. Günümüz Batı medeniyeti de bu özelliklerin bir çoğuna sahip, fakat benim sözünü ettiğim medeniyet, 800'den 1600 yılına kadar uzanan ve Osmanlı İmparatorluğu'nu da içine alan, Kanuni Sultan Süleyman'lar gibi hükümdarlar yetiştiren İslam medeniyetidir. Bu medeniyetin bize sunduğu miras, bugünkü Batı medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam matematikçilerinin sayesinde vardır. Sufî yazar Mevlana gibi yazarlardan çok şeyler aldık. Kanuni Sultan Süleyman gibi hükümdarlardan tolerans göstermeyi ve liderliği öğrendik. Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız. Bu medeniyetin sunduğu liderlik mirasa değil, yeniliklere dayanmış, Hristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudilik gibi farklı farklı din ve kültürler mozaiğini esas almıştı. Zaten bu şekilde de 800 yıl ayakta kaldı. Şu anki gibi kritik zamanlarda, biz de tarihteki bu medeniyetten ders almalı ve onun gibi sosyal yapı ve liderler yetiştirmeliyiz. Özetle, bu konuya, liderlik mevzuundaki tartışmaya ve fikir teatisine dikkatlerinizi çekmek istiyorum." Amerikan astronomi mütehassısı Michael H. Hart, Âdem aleyhisselamdan bugüne kadar gelen bütün büyük insanları birer birer tetkik ederek, bunların içinden yalnız 100 tanesini ayırmakta, bu 100 kişi arasında en büyüğü olarak, Muhammed aleyhisselamı göstermektedir. “Onun kudreti, kendisine Allah tarafından vahiy edildiğine inandığı, muazzam eser Kur’an-ı Kerim’den gelmektedir” demiştir. Amerika Chicago Üniversitesi profesörlerinden meşhur ruhiyat mütehassısı Yahudi Jules Massermann, 1974 senesinin 15 Temmuz’unda yayınlanan Time mecmuasının hususi nüshasında, “Büyük liderler nerede?” başlığı altında, tarihte şimdiye kadar gelip geçmiş olan rehberleri tetkik etmekte, bunların hayatlarını tahlil etmekte ve “Bunların en büyüğü Muhammed aleyhisselamdır” demekte ve şu neticeye varmaktadır: “Muhammed aleyhisselamdan sonra, Musa aleyhisselam gelir. İsa [aleyhisselam] ve Buda lider olmaya layık kimseler değildi.” Halbuki kendisi Yahudi olduğu için, Musa aleyhisselamı Muhammed aleyhisselama tercih etmesi beklenirdi. O, bunu yapmamış, hakikatten ayrılmamıştır. 30 sene içinde bir vahşi kavmi, hem de küçük bir insan topluluğunu, dünyanın en muazzam, en medeni, en yüksek ahlaklı, en yüksek seciyeli, en kahraman, en bilgili bir millet hâline getirmek, her hangi bir insanın, bir liderin, bir kumandanın yapacağı iş değildir. Bu, ancak Allahü Teâlâ’nın Resulünün, yani Muhammed aleyhisselamın bir mucizesidir. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyurdu ki: “Her Peygamber, kendi zamanında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselam ise, her zamanda, her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden, kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan O’nun üstünde değildir. Bu güç bir şey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O’nu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın O’nu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın, O’nu tenkit edecek iktidarı yoktur.” Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)