Reklam Alanı

FELSEFECİ DEĞİL, VAİZ

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı

Gün güzel başladı. Bir paylaşım. Yıllardır arkadaş olduğumuz bir yazar engellemiş bizi. Gerçi sayfama hiçbir katkısı ve faydası olmadı bugüne kadar ama insan üzülüyor yine de. İnsanları anlamak zor. İslam derler, Kur'an derler, peygamber derler. Ama yaşantılarına bakıyorsun bunlardan eser yok. Her şey dilde ve söylemde. Yapabildiğimiz en iyi şey slogan atmak, retorik yapmak, gösterişli dualar ederek bütün sorumluluğu ve yapılacak işleri Allah'a havale etmek. Gazze elbette büyük bir acı. Azıcık yüreği olan herkesin bu acıyı haykırması lazım. Ama siyasal İslamcılar için yeryüzünde bundan başka bir acı yok sanki. İçeride o kadar acı, adaletsizlik, haksızlık, hukuksuzluk yaşanırken onlardan çıt yok. Ahmet Arslan hocanın İbn-i Haldun kitabı iyi gidiyor. Dili sade, akıcı ve anlaşılır. Yanlış anlaşılmasın, Ahmet hocanın kitabı için değil, genel manada söylüyorum. Akademik kitaplar akmıyor, kupkuru bazı bilgiler dışında bir şey vermiyor insana. Dipnotlar, kaynaklar, alıntılar, kişiler, isimler, atıflar, göndermeler, tekrarlar... Falan şunu dedi, filan şunu dedi. Eski tabirle kıyl-u kal. Koca bir kitapta yazara ait özgün sayılabilecek birkaç sayfa ya vardır ya yoktur. Geçenlerde Dücane söylemişti: üniversitede kütüphane raflarını dolduran basılmamış binlerce doktora tezi, yüksek lisans tezi, doçentlik tezi, profesörlük tezi ve bunlara bağlı olarak binlerce ünvan var. Bunların hiçbiri olmasa insanlık ilim irfan anlamında zerre miskal bir şey kaybetmez. Çünkü bunların zerre miskal ilim irfan anlamında insanlığa bir katkısı yok. Özellikle bizim gibi ülkelerde. Bir Yeraltından Notlar, Kürk Mantolu Madonna'nın verdiği tadı hiçbir akademik eser veremez. Mesela "Karmatiler" kitabı. Yazarı Prof. Dr. Abdullah Ekinci liseden hocamdı. Hocalık hatırı için bitirmek istedim ama olmadı. Roman olsaydı kesin bitirirdim. Nitekim Viladimir Bartol'un Alamut'unu büyük bir keyifle okumuştum.

*

Urfalı felsefe profesörü Ahmet Arslan hoca ile yarım saate yakın bir konuşma. Konuşurken büyük keyif aldığım ender insanlardan. Söyledikleri cup diye oturuyor zihnimin içine. Türkiye'de ikinci bir Ahmet Arslan hoca yok. Nevi şahsına münhasır. Urfa'dan böyle bir kumaşın çıkmasına hayret etmişim daima. Çünkü Urfa'da böyle bir toprak, bir maya yok. Belki de erken yaşlarda Urfa'dan ayrıldığı için Ahmet Arslan oldu. Urfa'da kalsaydı büyük ihtimalle iyi bir vaiz olurdu. Kendi tabiriyle iyi bir “Urfalı Cübbeli Hoca” olurdu. Ahmet hocanın en mümeyyiz vasfı doğallığı, dürüstlüğü, samimiyeti ve akılsallığı. Bugün Masumiyet Çağı'nı izledim. Çok duygusal bir çekim. Hocanın çocukluk yılları anlatılıyor. Sanat kokan bir çalışma. Devamı gelecek. Günah Çağı, Akıl Çağı... Gerçi her şeyi "Bir Ömür Düşünmek" kitabında anlatıyor. Ama bu belgeselin çok daha şahane bir tadı var. Urfa'nın siyah beyaz eski fotoğrafları ile desteklenmiş. İnançlarımız ayrı ama hem düşünce, hem insani olarak kendime çok yakın hissediyorum. Merhum Teoman Duralı gibi insanlarla inançlarımız aynı ama hem düşünce, hem insani olarak kendime çok uzak hissediyorum. Bunlar sanki hiç düşünmemiş, hiç akıl ile tanışmamış. Felsefeciler ama vaiz gibi konuşuyorlar. Cübbeli ile yer yer benzerlikleri var. Bir insan ömür boyu felsefe okusun, profesör olsun ama kendisine sorduğu sahici egzistansiyel soruları olmasın. Bu nasıl mümkün olabiliyor? Felsefe dindara ve muhafazakara (bu muhafazakarların içine Kemalistler de dahildir) göre değil gibi. Adamların tek bir gayesi var: İnsanlığın ürettiği bütün bir felsefi müktesebatı İslam'a, daha doğrusu siyasal İslam'a hizmetkar etmek. Aslında sadece felsefeye değil. Bilime, sanata, edebiyata, siyasete, demokrasiye birer araç, birer aparat gözüyle bakıyorlar. Tek bildikleri şey özgür zihinlerce üretilmiş her şeye cebri yöntemlerle hükmetmek, tahakküm etmek sadece. Geçmişte Osmanlı bunu yaptı. Medeniyeti ve düşünceyi kılıçla fethetmek istedi ama feci bir şekilde mağlup oldu. Medeniyet ve düşünce kılıçla fethedilmez. Maziden, tarihten ders almamak bütün fetihçi zihinlerin alamet-i farikası değil mi?

*

"Gazze’deki insanları başka bir coğrafyaya taşımayı artık konuşmamız gerekiyor. İslâm dünyasının gözleri önünde bir halk yok ediliyor. Toprak mı önemlidir, yoksa insan mı? Elbette insan daha önemlidir. Madem bu insanların öldürülmesine Müslümanlar engel olamıyor, bari kapılar açılsın. Bunun gündeme taşınması lazım.” (Taha Kılınç, "Gazze ve Hicret" Yeni Şafak, 09 Nisan 2025) 

Yazar bu düşünceye bizzat katılmıyor belki ama bazı müslümanlar tarafından dile getirilen böyle bir düşünceyi köşesinde aktarıyor. Bence de insan topraktan daha önemli. Meseleye ideoloji değil, insan odaklı bakmak gerekiyor. Ve bu hicretin ivedilikle gerçekleşmesi gerekiyor. Hamas geçen sene malum eylemi yaparken işin buralara kadar gelebileceğini, İsrail'in bu kadar vahşileşebileceğini, topyekûn bir soykırımın olabileceğini ve İslam ülkelerinin hepsinin bunlara seyirci kalabileceğini tahmin etmemiştir sanırım. Eğer tahmin ettiği halde böylesi bir eyleme teşebbüs ettiyse diyecek söz bulamıyorum. İsrail onlarca İslam ülkesinin gözlerinin içine baka baka bu kadar zulmü yapabiliyorsa o bizim rezilliğimiz, ayıbımız, utancımız. Madem zulme mani olamıyoruz, bari kapılarımızı açalım mazlumlara. Suriye'deki mazlumlara açtığımız gibi.

FELSEFECİ DEĞİL, VAİZ
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.