İnsanın yaratılış kodlarında/fabrika ayarlarında, yani fıtratında vicdan diye bir ölçü/t mevcuttur. Vicdan hem adalet terazisinin mihengi ve denge unsuru hem sorumluluğu otomatik olarak devreye koyan hassas bir mekanizmadır. Hiçbir önyargı yüklenmemiş bir insan, vicdani davranabilir ve vicdan haksızlık karşısında harekete geçmenin adıdır. Kötülük vicdanı köreltmek ve yanlış yönlendirmenin tabanından doğar ve kendini gerçekleştirir. Bazen en katılaşmış ve en yanlış yönlendirilmiş vicdanların dahi közlerinden tekrar doğabildiği ölçüde zulümler/dengesizlikler yaşanır ve uykuda olan vicdanları uyarmak, uyandırmak için harekete geçmekten kendini alıkoyamaz.
Gazze soykırımı, insanlığın bu ortak ve fıtri vicdanın ölmediğini gösterdi. Özellikle batı dünyasında ciddi bir vicdani uyanış gerçekleşti ve bu uyanışın bilinçli ve kitlesel bir forma dönüşmesi soykırımcı cephenin korkulu rüyası.
Aslında batıda ki bu vicdani form Malcom X (https://ydh.com.tr/d/27285/malcolm-x-ve-harlem-den-filistin-e-adalet-mucadelesi) ve öncesine bile dayanır. Özellikle Filistin ve Gazze düzleminde devam eden uzun süreli ve değişik formda, her yönlü soykırım zaman zaman batının vicdanını da harekete geçirmiştir. Bu bağlamda Gazze yıkımı sırasında İsrail buldozerinin ezdiği Rachel Corrie önemli bir simge oldu.
Yine Gazze soykırımını protesto etmek amacıyla kendini ateşe veren Amerikalı asker Aaron Bushnel… Ancak tüm bu tepkiler, vicdani uyanışı ve farkındalığı tetiklemekle birlikte soykırımcı suçluları durdurmadı ve etkilemedi. Küresel suçlu ve haydut irade iyiye yönelik etkileşime ve dönüşüme kapalıdır. O iradenin tabiatı, müdahale ile durdurulmasını gerekli kılar. Müdahale, onu frenleyici, suçunu cezalandırıcı, sınırlayıcı ve olması gereken noktaya getirici direnç ve bilinçle mümkündür. Bu yönleri açısından yani yaptıklarına karşılık verilmesi, canını yaktıklarına karşılık olarak onun da canını yakması açısından Elias Rodriguez'in yaptığı eylem bu niteliktedir.
Washington'daki İsrail Büyükelçiliği'nde iki çalışanı öldüren Elias Rodriguez'in yazdığı iddia edilen manifestoda çarpıcı ve düşündürücü ifadeler yer alıyor:
“Bu satırlar yazılırken Gazze Sağlık Bakanlığı, travmatik güçle öldürülen 53 bin kişiyi kayda geçti, en az on bin kişi enkaz altında yatıyor ve kim bilir kaç bin kişi daha önlenebilir hastalıklar, açlık yüzünden öldü; on binlercesi ise İsrail ablukası nedeniyle yakın kıtlık riski altında ve tüm bunlar Batılı ve Arap hükümetlerinin suç ortaklığıyla mümkün oluyor.
Gazze Enformasyon Ofisi, enkaz altındaki on bin kişiyi kendi ölü sayımına dahil ediyor. Haberlere göre aylardır enkaz altında "o on bin kişi" var, sürekli yeni enkazlar yaratılmasına, enkazların tekrar tekrar bombalanmasına ve enkazlar arasındaki çadırların bombalanmasına rağmen...
Tıpkı Suudi-İngiliz-Amerikan bombardımanı altında yıllarca birkaç binde dondurulan ve sonradan 500 bin ölü olduğu geç de olsa ortaya çıkan Yemen'deki ölü sayısı gibi, tüm bu rakamlar neredeyse kesinlikle suç teşkil eden eksik bir sayım.
Ölü sayısını 100 bin veya daha fazla olarak tahmin edenlere inanmakta hiç zorlanmıyorum. Bu yılın mart ayından bu yana, Koruyucu Hat Operasyonu ve Dökme Kurşun Operasyonu'nun toplamından daha fazla insan katledildi.
Bu noktada, parçalanmış, yanmış ve patlatılmış çocuk bedenlerinin oranı hakkında daha ne söylenebilir ki... Buna izin veren bizler, Filistinlilerin affını asla hak etmeyeceğiz. Bunu bize yeterince belli ettiler.
Silahlı eylem, ille de askeri eylem demek değildir. Genellikle de değildir. Genellikle tiyatro ve şovdur; bu, pek çok silahsız eylemle paylaştığı niteliktir. Soykırımın ilk haftalarındaki şiddetsiz protestolar, bir tür dönüm noktasına işaret ediyor gibiydi.
Daha önce hiç bu kadar on binlerce insan Batı sokaklarında Filistinlilere katılmamıştı. Daha önce hiç bu kadar çok Amerikalı siyasetçi, en azından söylem düzeyinde, Filistinlilerin de insan olduğunu kabul etmek zorunda kalmamıştı.
Fakat şu ana kadar bu söylem pek bir işe yaramadı. İsrailliler bizzat, Amerikalıların Filistinlileri yok etmeleri için onlara verdiği serbestlik karşısında duydukları şaşkınlıkla övünüyorlar.
Kamuoyu soykırımcı apartheid devletine karşı döndü ve Amerikan hükümeti basitçe omuz silkti; o zaman kamuoyu olmadan da yaparlar, mümkün olan yerlerde bunu suç sayarlar, protestoyu doğrudan suç sayamadıkları yerlerde ise İsrail'i dizginlemek için ellerinden geleni yaptıklarına dair içi boş güvencelerle boğarlar.
Aaron Bushnell ve diğerleri katliamı durdurma umuduyla kendilerini feda ettiler ve devlet, onların fedakarlıklarının boşa gittiğini, Gazze için eylemleri tırmandırmanın umutsuz olduğunu ve savaşı kendi topraklarına taşımanın anlamsız olduğunu hissetmemiz için çalışıyor. Başarmalarına izin veremeyiz. Fedakarlıkları boşa gitmedi.
O hâlde, hükümetimizin temsilcilerinin bu katliama yataklık ederken hissettikleri cezasızlığın bir yanılsama olduğu ortaya çıkarılmalıdır.
Gördüğümüz cezasızlık, soykırımcılara en yakın olanlarımız için en kötüsüdür. Guatemala devletinin Maya soykırımı kurbanlarını tedavi eden cerrah, katliam sırasında ağır yaralanan hastayı ameliyat ederken aniden odaya silahlı kişilerin girdiğini ve hastayı ameliyat masasında gülerek öldürdüklerini anlattığı olayı aktarıyor.
Doktor, en kötüsünün, kendisinin yakından tanıdığı katillerin yıllar sonra yerli sokaklarda açıkça caka satarak dolaştığını görmek olduğunu söyledi.
Başka yerde bir vicdanlı adam, Vietnam kasabı Robert McNamara'yı, vapurun salonunda arkadaşlarıyla gülerken gördüğü aynı cezasızlık ve küstahlığa öfkelenerek Martha's Vineyard'a giden vapurdan denize atmaya çalışmıştı.” https://ydh.com.tr/d/27292/abd-deki-israil-buyukelciligi-eylemcisinin-manifestosu-ortaya-c
Elbette 7 Ekim meşru savunması ve genel anlamda Filistin direnişini de terör sayan zihniyet ve otoriteler, mevcut uluslararası normlara göre şeklen terör sınıfına giren bu tepkiyi de terörist bir eylem sayacaklar ama küresel soykırımcı iradenin, cezasızlık, çifte standartlı, orantısız tüm emperyalist ve küresel terörünü ve faili oldukları, şu anda sürdürdükleri soykırımı görmezden gelerek.
Ancak acaba aynı normlara göre ABD Temsilciler Meclisi'nin Florida temsilcisi Randy Fine’ nin Gazze için yaptığı şu çağrı terör saldırısı değil mi?
("İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilerle teslimiyet müzakeresi yapmadık. Japonlarla teslimiyet müzakeresi yapmadık. Japonlara koşulsuz teslim olmaları için iki kez atom bombası attık. Burada da aynısı olmalı," https://ydh.com.tr/d/27300/abd-li-temsilciden-gazze-ye-nukleer-saldiri-cagrisi)
Veya başına ödül koydukları teröristi, istedikleri zaman terörist ilan edip istedikleri zaman meşrulaştırabilen ve işgal ettirdikleri ülkenin başına geçirmeleri (Suriye) terör değil mi? …
Bu küresel kuralsız irade terörizmin kendisi, insanlığın önündeki en büyük engel ve sorun, mutlak kötülüğün ta kendisi değil mi?
Dünya bu uykudan uyanıp gerçeği görmeyecek mi ve uyuşturulmuş, saptırılmış vicdanları Gazze çocuk soykırımı uyandırmaya yetmiyor mu?
0 Yorum