Güzelliği öteliyoruz, iyiliği, hayattan lezzet almayı öteliyoruz. Zevk-i selimi öteliyoruz, Kalb-i selimi, akl-ı selimi, huzuru, ahengi öteliyoruz. Hayatı öteliyoruz, ölüm buluyor hayat, ölüme bulanıyor, ölüme bulaştırıyoruz hayatı, ölümün eline terk ediyoruz... Sahi nereye gidiyoruz. Aşkın bir hayatın bize sunduğu güzellikleri görmezden geliyoruz. Yoruluyoruz, ruhlarımız yara alıyor. Uzaklaşıyoruz; gönlümüzden uzaklaşıyoruz, kalbimizden uzaklaşıyoruz, kendimizden uzaklaşıyoruz. Âleme sığmıyoruz, dünya milyarlarca insanı içine almışken insan bir dünya ile yetinmiyor. Hep daha fazlasını istiyor, istemenin cazibesinden kurtulamıyor. Tüketiyoruz; yaşamı tüketiyoruz, zamanı tüketiyoruz, hali tüketiyoruz, düşünceyi tüketiyoruz, anı tüketiyoruz… Elimizin değdiği her şeyi öldürüyoruz; yokluğa, boşluğa, huzursuzluğa, mutsuzluğa mahkûm ediyoruz… Çünkü ruhunu unuttu insan…
Önce ruhu düşer insanın, ruhu düşünce insanın kendisi düşer, insanlığı düşer, insanlık düşer. Her yok oluş ruhun ölümü ile gerçekleşir. Onun için ruhun dirilişi gerçekleşmelidir. Varlıktan varoluşa ruhun dirilişi ile ulaşıla bilinir. Ve madem insan için yok başka bir yol, ruhun açlığını gidermek zorundadır. Çağın insanı, çağın ağları arasında ruhunu yitirmiştir. Ruhundan habersiz bir şekilde bocalamaktadır. İnsanlığı, düşmüş olduğu cehennemi çıkmazdan kurtaracak yegâne yol “Ruhun Dirilişi” olacaktır.
Yok, sayarak, yoksun kaldığı kalbine dönmelidir insan; terk ederek, ölüme mahkum ettiği ruhunun farkına varmalıdır. Yitirdiği ruhunun peşine düşmelidir. Ruhuna, yüreğine, kendine, kendi içine dönmelidir. Baş döndürücü hızla nereye koştuğunun, nereye varacağının muhasebesini yapmalıdır insan. Kazandıkları ile kaybettiklerinin, elde ettikleri ile yitirdiklerinin, var’dıkları ile yok ettiklerinin, sahip oldukları ile olamadıklarının üzerine kafa yormalıdır… Yeniden kendiyle ve âlemle barışmalıdır. Yeniden umuda yol bulmalıdır…
Bile’miyor insan! Ruhunu bile’miyor, kendisini dünyanın zindanından kurtaracak, dünyasını çoğaltacak, kendisini çoğaltacak, yaşamı anlamlı kılacak, dem be dem, an be an, an’lam ol’acak, bileceği, anlayacağı, yaşayacağı, olacağı; hâsılı hayat bulacağı sağaltıcı iklime giremiyor insan. Bilemiyor insan, anlamıyor, yaşamıyor, olamıyor... Bilemediğimiz, anlamadığımız, yaşamadığımız, olamadığımız için varamıyoruz ruhun dünyasına; var olamıyoruz, var olamadığımız yaşamın içinde varız ve fakat var ölüler olarak, yaşayan ölüler olarak kıvranıyoruz.
Ruhu can çekişiyor insanın... Ve can çekişen ruhunun karşısında hiçbir şey yapmadan öylesine duruyor, insan ve insanlık. “Ruh yorgunluğu”: Evet, evet; insanın ve insanlığın ve de dünyanın yaşadığı bu! Ruh yorgunluğu yaşıyor dünya. İnsan her geçen gün daha fazla huzursuz, daha fazla yalnız ve daha fazla bezgindir bugün. Ne ki insanın; ruhu yorulmuş dünya için, kendisi için ve bir başka insan teki için en ufak bir çabası yok. Kimse, artık; kimsenin, kimsesi değil... Zira ruhunu duymuyor insan…
Haz ve hız çağının, varlığı ve varlığını sürekli tüketmek ve sürekli sahip olmak üzerinden algılayan ve bu bağlamda varlığını tüketim ve sahip oldukları üzerinden ispatlamaya çalışan, “modern insan” bugün gelinen noktada yorgundur. İnsan, daha fazla tüketmek, daha fazla kazanmak, daha fazlasına sahip olmak adına, kendini yitirmiştir, insanı yitirmiştir, insanlığı yitirmiştir, ruhunu yitirmiştir...
Ve bugün insan; yaralı, yorgun ve yalnız ruhunu kendi elleriyle darağacında ölüme mahkûm etmiş, kendinin celladı olarak “çaresizlik” içinde ruhunun ölümünü izlemektedir. Dünya insana yetmemektedir. Öylesine “çaresizdir” ki insan, ölümünü izlerken bile kendisini yeniden dirilişe ulaştıracak, kendine ulaştıracak, yeniden var kılarak ayağa kaldırabilecek yaklaşımdan uzaktır bugün.
Ruh diyorum, azizim, ruh! İnsan, ruhunu unuttu...
Ruhuyla ol'malıydı oysa ruhunu fark etmeliydi, ruhunu doyurmalıydı insan...
Ruhuyla bakmalı, ruhuyla duymalıydı… Ruhuyla düş'ünmeli, ruhuyla yaşamalı, ruhuyla hemhal olmalı, ruhunu diriltmeli insan…
Ey insan! Dirilt ruhunu, yaklaş Rabbine, yeter kaçtığın Allah’tan, yeter uzaklaştığın. Bak Nuh’un gemisi bekliyor seni, tufandan kurtulabilmek için, selden, borandan, dünyanın felaketlerinden korunabilmek için yok başka yolun. Gemiye binmeye bak, kuyudan çıkmaya bak, kurtul karanlıklardan sabaha ulaşmaya bak! Dön ruhuna, dön kendine, dön insanlığa ve insanlığına. Dön Rabbine… Unutma hayat bize sunulan bir bağış. Ve bizim yaşamın çukurluklarından ve girdaplarından kurtulabilmemiz, yorgun, yılgın insanların dünyasından silkinip dışarı çıkabilmemiz, ruh yorgunluğundan kurtulabilmemiz gerekiyor. Hayatta kalabilmek için, hayatla kalabilmek için, hayat bulabilmek için, ruhumuzu yoran ve yaralayan her ne var ise uzaklaşarak yönümüzü ruha ve gönle çevirmekten, ruhu ve gönlü beslemekten geçecektir… Sahi besliyor musunuz ruhunu, açlığını hissediyor musun? Ruhu beslemek, ruh-u selime ulaşabilmek, bedenimizin, kendimizin, insanlığımızın ve dünyamızın Hayy’at bulabilmesi ruhu beslemek ile mümkün olabilecektir. Dünyanın yorgunluğunda ve tükenmişliğinde bizi ruhun dirilişine ulaştıracak yol, ruhu beslemekten geçecektir.