İyilerin itirazı büyüdükçe ve çeşitlendikçe mutlak kötülük ve soykırım cephesinin iyiler üzerinde ki çemberi daraltıldıkça daraltılıyor, saflar netleştikçe netleşiyor.
İyiler, teslimiyete ve itaate karşı sabır ve direnme planı üzerinde yürürken; soykırım cephesi, tahakkümü ve iyiler üzerinde de kontrol ve hakimiyetini her türlü yolla gerçekleştirme planı üzerinden yürüyor. Her gün çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Yayımlanan raporlar, yapılan gösteriler, saflaşmalar, projeler, alınan kararlar…
Beklenen oldu ve nihayet İsrail kabinesi işgal planını onayladı.
“Lübnan’da Hizbullah’a silah bıraktırma kararı alındığı saatlerde, Gazze ve Lübnan’a saldırıları devam eden siyonist güvenlik kabinesi, Gazze kentinin işgal edilmesi kararı onayladı. Kararda işgal kelimesi yerine kontrol tercih edildi.” https://iktibasdergisi.com/2025/08/08/israil-guvenlik-kabinesi-gazze-kentinin-isgal-edilmesi-karari-aldi/
Bu iki karar oldukça belirleyici ve yeni bir evreye geçiş niteliğinde. Bir şey daha var. İran’a yeni bir saldırıya cesaret edebilirler mi?
Böylece bu üç unsur önümüzdeki günlerin ana kodları ve yaşanacak gelişmelerin ana sütunları olacak gibi…
GAZZE’NİN İŞGALİ
ABD ve AB ile birlikte İsrail, Gazze’de soykırım yapmaya devam ettiği halde Gazze teslim olmuyor. Açlıkla ve her gün oradan oraya sürüklenmekle yüzlerce şehit verdirdiği Gazze’nin asil halkı teslim olmayınca başka planlar devreye sokulmak isteniyor. Gazze’nin tamamen işgali ve daha sonra söylenenin aksine ilhakı.
Siyonist ordunun mevcut durumda bunu yapacak bir zindeliği var mı bilinmez. Bu konu İsrail içinde de çatlağa yol açmış durumda ancak karar alındı. Nasıl bir uygulama ile bunu yapmaya çalışacaklar, çok büyük kayıplar mı verecekler ya da çok büyük toplu katliamlar mı gerçekleştirecekler, bekleyip göreceğiz. Elbette ki bu, bir piknik olmayacak…
LÜBNAN SİLAH BIRAKIR MI?
Maalesef ABD’nin emrinde ve etkisinde olan Lübnan hükümeti de Lübnan direnişinin silahlarını almaya yönelik bir karar aldı ve direniş bu hatayı derhal düzeltmesini talep etti.
Binlerce kayıp ve on binlerce yaralı vermesine rağmen İsrail’i, hiç uymadığı, binlerce kez ihlal ettiği ateşkese mecbur bırakan Lübnan direnişinin de teslim olmaması, yaralı da olsa, tedarik yolları kesilmiş olsa da kolay lokma olmaması soykırım cephesini Lübnan’ı iç karışıklıkla diz çöktürme yoluna itti.
Lübnan direnişi, Lübnan’ın tüm kesimlerinden adeta milli bir yapı. Her dinden, her kesimden halk tarafından oluşmuş bir tabanı var ve yıllarca işgal ve işgal girişimlere karşı Lübnan’ı koruması, silah olmadığı zaman Suriye örneğinde olduğu gibi bir duruma düşüleceği gerçeğini idrak edebilen halkı tarafından desteklenmektedir.
Şimdiye kadar hiç yenilmemiş ve İsrail’i yenen ilk güç olarak geçmişini zafer sayfalarıyla doldurmuştur.
Aslında Lübnan hükümetinin yapması gereken İsrail ile varılan ve hemen her gün Lübnan’ın bombalanması ile binlerce kez ihlal edilen ateşkes anlaşmasının uygulanması için İsrail ve soykırım cephesinden taleplerde bulunmak ve onlarla mücadele etmek iken Lübnan’ın tek silahı ve koruyucusu olan, halkının tüm kesimleriyle bütünleşmiş direniş yapısını, ABD bölge valisi Barrack’ın direktifleri doğrultusunda teslim almaya girişmesi dehşet verici derecede şaşırtıcıdır ve Lübnan’ı iç çatışmaların, uçurumun kenarına getiren bir tavırdır.
Aptalca, haince, gerçeklikten uzak bu hükümet kararının derhal düzeltilmesi talebi, direniş tarafından hükümete iletildi (https://ydh.com.tr/d/29656/hizbullah-tan-hukumete-yaptiginiz-hatayi-derhal-duzeltin), bu karar halkla karşı karşıya getirir ve kağıt üzerinde kalacak vb açıklamalarla hükümete uyarı ve nasihatlarını yöneltmeye devam ediyor. Bakalım süreç nasıl işletilecek…
Direniş, defalarca yaptığı açıklamalarla şimdilik silah bırakmanın Lübnan’ı riske koyacağı ve uygun bir zamanlama olmadığını, bu bakımdan buna yanaşmayacağını belirtti. Bırakmayacak da. Lübnan halkı, kesinlikle durumun farkında ve hükümeti bu konuda desteklemeyecektir.
İlk Arap-İsrail savaşları ile Arapların yenilmesi, İsrail ile birlikte yaşama, yani teslimiyeti ve işgali kabullenme süreci başlamıştı. Bu süreçte diplomasi sadece oyalayıcı bir alay etme idi ve İsrail kat be kat büyüdü.
İsrail ve temsil ettiği Batı Asya’da ki Batı üssü kimliği, onun yaşaması için yayılmasını zorunlu kılıyor. Bu açıdan değişen bir politika yok. Anlık gibi görünen hiçbir gelişme bu ana yayılmacı politikanın dışında değil.
Bu politika doğrultusunda, Türkiye’nin İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülke olması hususunu saymazsak ilk teslim/normalleşme/silah bırakma Mısır ile yapılan Camp David Anlaşmasıdır.
Ardından yaşanan süreçler malum: İki devletli çözüm söylemleri, Oslo süreci, Yüzyılın Anlaşması, normalleşme, İbrahim anlaşmaları ve Hamas dahil tüm direnişin silah bırakması, yani teslim olmasına kadar gelen süreç.
Ancak, Suriye’nin işgali ile tekrar hızlanan sürecin esas kırılma noktası ve zorlaştırıcı ivmesi işin özü. Arap savaşları ile başlayan bölgenin İsrail’e teslimi aşaması ve İsrail’in yenilmezliği atmosferi ilk kez Lübnan’dan İsrail’in ve soykırım cephesinin kovulması ile tersine döndü. Bunu başaran ve Arap yenilgilerinden sonra ilk zaferi kazanarak tekrar zafer sayfasını açan, 2006’da ve son Gazze savaşında soykırım cephesini yenerek bu süreci taçlandıran ise devlet dışı bir aktör olan Lübnan direnişi oldu. İşte soykırım cephesinin savaşarak yenemediği ve Lübnan’ı Suriye gibi bir çırpıda işgal edemediği için Lübnan hükümeti üzerinden silahsızlandırılmasını istediği yapı bu. Yani HİZBULLAH. Yani Lübnan’ı işgalden koruyabilen tek güç. Tek koruyucu ve zaferler çağını yeniden açan ve sürdüren Lübnan halkının tüm kesimlerinin hamisi ve halkın desteğine sahip kurtuluş gücü.
Son husus ise İran’a yönelik bir saldırı olasılığı. Uzak gibi görünmesine rağmen bu ihtimal var ve İran da bu konuda uyarılarını ve hazırlıklarını sürdürmektedir.
Sonuç olarak özetleyecek olursak; gelmekte olan daha net saflaşmalar, daha geniş, çeşitli, hibrit ve bölgesel mücadelenin devam edeceği günler gelmekte. Zor günler gelmekte ancak, sabır ve istikamet devam ettikçe de zafer yaklaşmaktadır. Kolay değil. Her çabamızı çoğaltmak farzdır, insani bir görevdir. Sesimizi yükseltelim, ses verenlere sesimizi ve desteğimizi katalım. Bu yapacağımız; dinimizi, haklarımızı, geleceğimizi ve şerefimizi korumak, hürriyete kavuşmak yolunda çabalamak olacaktır.
Şüphesiz Allah, her şeyi görendir. O, mazlumlarladır ve hiç kuşkusuz ki; ona yönelenler ve ona güvenenlerledir.