Yazımıza başlık yaptığımız kelimeleri günlük konuşma dilinde çokça birbirinin yerine kullanırız. Esasen mutmain olmak kelimesi tatmin olmuş kimse olarak da geçer sözlüklerde. “Mutmain” kelimesi; bir yönüyle sakinleşmeyi, sükûn bulmayı, emniyete ermeyi de içeren “itminan” olmuş kimseyi ifade eder. Kelimelerimizin izinde bir yolculuk yapmak istediğimizde; “tatmin” kelimesinin her ne kadar “mutmain” ve “itminan” kelimesinden türetilmişse de Arapçada böyle bir kelimenin olmadığı sonucuna ulaşırız. Bizde yine bu kapsamda farsça ek alarak, tatmin edici, doyurucu, istek karşılayıcı, uygun özellikte olan anlamlarını içeren “tatminkâr” kelimesinin kullanımının tuttuğunu ve bizi “tatmin” ettiğini ifade edebiliriz.
Yazımızın girişinde yapmış olduğumuz etimolojik yolculuğun amacı, çokça birbirinin yerine kullandığımız kelimelere dair farklı bir yaklaşımı ortaya koyma çabasıdır. Evet, “tatmin olma, mutmain ol” diyoruz. Çünkü mutmain olmak esasen gönülle ilgili, kalple ilgili, huzur ile ilgili bir kelime. Tatmin olmak ise bu bağlamda mutmain olmanın tam tersi nefse, hazza, dahası şehvete yakın bir kelime. Mutmain olma sunduğu sükûnet ile huzura yol bulabiliyor iken tatmin olma ulaşılan geçici rahatlığın ardında bir boşluğa götürecektir. Onun için bir konuda yanlış yargı ile kendisini kandırana, sahici olmadan davranana, öylesine konuşana, işini yapıyormuş gibi yapana, kendini tatmin ediyor deriz ama kendini mutmain ediyor demeyiz.
Mutmain olmak, hazza ve nefse dair yaklaşımların karşısında gönülden ve bilgece bir yaklaşımdır. Tatmin olan sadece tüketir, mutmain olan ise tüketmez, istifade eder. Tatmin olmak isteyenin talepleri bitmez, mutmain olmak isteyen ise kanaatkârdır. Tatmin olmak isteyen zamanın tüketirken, zaman içinde tükenir ama zaman içinde mutmain olmak isteyen, zamanı öldürülecek bir unsur olarak değil, zamanı diriltilecek bir husus olarak görür. Mutmain olmak; zamanı, mekânı ve yaşamı anlam üzere yaşamaya ulaştıracaktır. Salt bedenin, hazzın, heveslerin ve dahi nefsin istekleri ile tatmin olan yaklaşımın karşısında mutmain kişi, ruhu olan, gönlü ve kalbi olan bir yol arayışını azığı kılacaktır.
Nicelik ve nitelik, keyfiyet ve kemiyet; tatmin olmak ve mutmain olmak kelimeleri arasındaki ince ayrım biraz da burada yatıyor. Özümüz ile sözümüz, eylemimiz ve söylemimiz arasındaki uçurum artıyor ise kendimizi tatmin ediyoruzdur. Yaşadığımız hayat mutmain kılmıyorsa bizi, hayatın sıradanlığı ise yaşadığımız, özümüzden, değerlerimizden, ahlaktan uzaklaşmış olduğumuzdandır. Böyle bir yaşamın içinde tatmin olmuş insanlar olarak yaşıyor olabiliriz ama bu tatmin olma duygusu ardında kocaman bir boşluk bırakacaktır. Oysa bilmemiz gerekiyor ki bize uymayan, bizim olmayan, geçici zevkler, hazza ve nefse dayalı bir yaşam tarzı bizi mutmain kılmayacaktır. Neyi kaybettiğimizi hatırlamalıyız, onun içinde şu soruyu sormalıyız kendimize: yaşamış olduğumuz hayatın içinde tatmin olanlardan mıyız, mutmain olanlardan mı?
Mutmain kalbe ulaşan kişi hüznü ile bile “mut”lu olabilirken salt tatmin olmayı esas alan kişi, kahkahalarının ve sevinçlerinin ardında bile huzursuzluğun bunalımında kıvranabilir. Mutmain kişi ruhunun farkındadır, gönlünün farkındadır. Kalbini farkındadır. Farkında olduğu için iyinin, güzelin ve doğrunun peşindedir. Tatmin olan kişi ise sadece arzularının, hazlarının, bitmek bilmeyen isteklerinin peşindedir, nefsin peşindedir.
“Nefs-i emmare”; tatmin olmak ile mutmain olmak arasındaki farkı anlamak biraz da nefs-i emmareyi anlamakla ilişkili; ondan uzaklaşmak mutmain olmaya, ona yaklaşmak tatmin olmaya götürecektir. Ali Sait Sadıkoğlu’nun, “Felsefenin Ölümü” kitabından yapacağımız alıntı, bu konudaki kafa karışıklığımızı sarahate kavuşturacaktır. “Nefs-i emmareden soyutlanmak mutmaine kalbe ulaşmaya kadar uzanır; soyutlanma benim sorumluluğumdur. Sorumluluk önce kendimde dünyada kaybolmuş kalbe karşı başlar: Kalp bu dünya karmaşası içinde kaybolmuştur ve onun sızısı çeşitli yaşantılarda kendini duyurmaktadır Onun sızısı belirli bahanelere bürünür; herhangi bir duruma özlem olarak sızlamaya devam eder. Kalbin karmaşası huzursuzluğu ve tatminsizliği dünyevi olana batmış modern birey için normalleşmiş bir kaygıdır. Modern Psikolojinin çeşitli derecelerde kendini açan kaygıyı önlemek için bütün yatırımı bedendeki organların gevşetilmesi üzerine olunca insanın kendisiyle ilgili sorumluluğu dışta bırakılır. Nefs sadece insanın kendi içinde, kendisi ile ilişkide sorumluluğunu duyabileceği varoluşudur. Her dışsal müdahale bakışları içeriden dışa çekeceğinden sorumluluktan kaçmak mümkün olur. Ancak nefsin sorumluluğu duyulunca dışarısı ile iletişim içeriye yönelik hakiki çıkış imkânını bulabilir. Hakikatinden uzaklaşmış bir nefs sadece bağımlılık tarzında kendine dıştaki şeylere bağlar..."
Sanırım varmak istediğimiz husus anlaşılmıştır. İnsan olarak yaşamış olduğumuz hayatı, değerler üzerine, erdeme, iyiliğe, güzelliğe ulaştıracak bir yaklaşımla yaşayabilirsek tatmin olmaktan uzaklaşıp mutmain olmanın gönül rahatlığına ulaşabileceğiz. İnsanın dünyada yaşamış olduğu sıkıntıların, huzursuzlukların sebebi; mutmain olmaya ulaştıracak bir anlayıştan, mutmain olmaya yaklaştıracak halden uzaklaşmasıdır. İnsanı dünyadaki garipliğinden kurtaracak olan, dünyanın yalnızlığından, ıssızlığından, anlamsızlığından ve de tutunamama duygusunun sonucu olan “boşluk”tan kurtaracak olan bütün bu hallerin karşısında bir gönül itminanıdır. İnsan bu dünyada; bu dünyadan öte, müteal olan, aşkın olan gönlü ile olarak ruhunu ve kalbini tatmin ederek ancak mutmain olabilir. Gerisi tatmin olmaktır.